Başbakan ile Cemaat arasında derinlerde farklı sebepleri olmakla birlikte, MİT, Gezi Olayları, son olarakda dersane ile gün yüzüne çıkan kavgalar, Uşak'ta politikacılara ya da bazı STK Başkanlarını nasıl tavır alması gerektiği hususunda adeta şaşırttı. Önce UTSO Başkanı, ardından Karma OSB Başkanı, MHP Belediye Başkanı adayı, Ak Partili bazı aday adayları kendilerinden beklenmeyecek sürpriz davranış ya da açıklamalarda bulunuyor. Peki kavganın gerçek sebebi ne olabilir? Politikacı ya da iş adamı veya STK Başkanlarını bu şaşırtan davranışlara iten sebep ya da sebepler neler?
Cemaat-Başbakan kavgasının görünen ve görünmeyen yüzlerini ele aldığım bu yazım normalden uzun gibi gözükse de eminim çok kısa sürede bir sonraki paragrafı da merak ederek okuyacaksınız. İlgi çekici olduğunu düşündüğüm bazı veri ya da bilgileri paylaştığım, aslında hepimizin bildiği ve fakat dikkat etmediği noktalara temas ettiğim ve farklı bakış açılarını orataya koyduğum, ayrıca da sürükleyici olduğuna inandığım bu yazımı lütfen anlayabilmek amacı ile okuyunuz. Zira artık anlaşılmak istiyorum. Lütfen ön yargılarınızdan kurtulmuş vaziyette, baştan sona okumadan yorumlamayın.
Bilindiği gibi Ak Parti, Türkiye'nin aslında daha çok, Ortadoğu-ABD-İSRAİL merkezli dış politikaların ülke menfaatleri çerçevesinde belirlenmesi hususu başta olmak üzere, İçeride Şia-Sünni yada Alevi-Sünni kavgasının çıkış zemininin oluşturulmak istenmesi yada bu kavganın çıkmasının önlenmek istenmesi gibi, hususlarda kendi içerisindeki bazı gruplar ile ters düştü. Nitekim Başbakan Erdoğan, belki de kendi elinde bile olmayan bilinmeyen sebeplerden dolayı, BOP Eşbaşkanı olduğunu unutmuşçasına ABD yada İsrail çıkarlarına ters düşebilecek nitelikte çıkışlar ortaya koymakta idi.
Başbakan'ın Belli Konularda Beklenenden Farklı Tavır Alması Kimleri Niçin Rahatsız Etmişti?
İsrail ve ABD'deki özellikle Evangelist'ler olarak adlandırılan grup, Başbakan Erdoğan'ın tavrından ciddi anlamda rahatsızdı. Zira, ABD ve İsrail çok istemesine rağmen, Erdoğan'da istekliymiş gibi görünmesine rağmen Suriye-Türkiye Savaşı bir türlü çıkartılamamış, hep ramak kaldı denilen noktadan dönülmüştü. Erdoğan'ın daha bir kaç yıl önce kardeş dediği Esat ile ilgili katil, cani gibi ağır ithamları kullanmasına rağmen Suriye'ye karşı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tutumlarında, dış güçlerce istenen nitelikte, ciddi eksen kaymalarının bir türlü yaşanmaması. Suriye'ye yaptırım uygulanması hususunda Erdoğan'ın adeta eli ağır davranması.
Sözde Kürt Meselesi'nin Çözümü Meselesi Neden Rafa Kaldırılır Gibi Oldu?
Çözüm ya da Barış süreci adı altında çok büyük patırtı ile başlatılan sürecin, PKK ya da BDP eli ile dış güçlerin istediği gibi şekillenmesi şöyle dursun, BDP'nin bölgede kan kaybetmesi, Erdoğan'ın adeta politik bir deha örneği gösterek ABD ve İsrail'i oyalarken her alanda kendi elini güçlendirmesi bazı dış güçlerin ve onların yönlendirdiği iç güçlerin işine gelmemiş olacak ki, Reyhanlı'da, Gezi'de, MİT Müsteşarı Hakan Fidan hadisesinde vs. bu iç ve dış güçler çirkin yüzlerini zaman zaman Başbakan'a ve Türk Milleti'ne gösterdi. Mısır'da İhvan-ı Müslimin'in lideri olan Muhammed Mursi'nin gelmesini sağlayan ABD kanımca Mursi daha çok Erdoğan ile iyi ilişkiler geliştirdiği için ABD'ye rağmen Tayyip Erdoğan'ın sözünü dinlediği için devrildi ve bizzat ABD'nin apaçık müdahalesi ile Mursi'nin yerine Mısır Genel Kurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı Sisi getirildi. Daha bir kaç gün öncesine dek Mursi'nin en yakın çalışma arkadaşı olan SİSİ, tasavvuftan bihaber, sıradan bir öğretmen olan ama dini ilimlere ilgisi ile tanınan Hasan El Benna'nın kurduğu İhvan-ı Müslimin tarafından cuntacı, hain ve katliamcı bir cani ilan edildi. Yani aslında İhvan-ı Müslimin liderinin iktidara getirilmesini ABD istemişti. Ancak Mursi'yi devirerek yerine SİSİ'nin gelmesi de Amerikan Merkezli bir ihtilal ile mümkün oldu. Bana göre ABD'nin Mursi'yi devirmesinin yegane sebebi aslında Türkiye ile özellikle MİT ve Başbakan ve Dışişleri Bakanı nezdinde yürüttüğü iyi ilişkilerdi.
Bu arada İsrail ve Amerika'daki söz sahibi bazı gruplar Büyük Ortadoğu Projesi hayallerinin tahakkukunu bir an önce görme arzusundaydı ve bu projenin gerçekleşmesi için gereken Türkiye ile Suriye'nin savaşıydı. Ancak Türkiye ile Suriye savaşın eşiğine getirilebilse de bir türlü savaşa razı edilemiyordu. Başbakan Erdoğan siyasi dehası sebebi ile mi yoksa başka bazı iç dinamiklerin devreye girmesi sebebi ile mi ABD çıkarlarının dış ilişkilerimizi yönlendirmesine izin vermiyordu bilinmez. Ancak şu bir hakikat ki BOP'un Eşbaşkanı olduğunu bir çok fırsatta dile getiren ve Ortadoğu politikamızı alenen yıllarca ABD eksenli yürüttüğü bilinen Başbakan Erdoğan birden bire İsrail çıkarlarına ters hareket etmeye başlamıştı.
Aynı durum Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu politikalarına da yansımıştı. Başbakan Erdoğan adeta ABD'yi yada İsrail'i oyalarcasına çözüm süreci için bir şeyler yapıyormuş gibi yapıyor ve fakat bir türlü BDP aracılığı ile sıralanan talepleri yerine getirmiyordu. Ölü doğan akil adamlar projesi adeta Erdoğan'ın zaman kazanma maksatlı bir manevrası olarak karşımıza çıkıyordu. BDP yada Öcalan aracılığı ile sıralanan taleplerin bir çoğunu yerine getirmeyen Erdoğan, verdiği bazı ufak tefek tavzivari davranışlarla da Güneydoğu'da yaşayan kürt kökenli vatandaşlara el sallamaktan da geri durmuyordu. Bu arada BDP adeta parçalanıyor ve günden güne bölgedeki etki ve nüfuzunu yitiriyordu. BDP yada PKK'nın nüfuzundan çıkan alanlarda oluşan boşluğu ise Ak Parti yada Devlet bizzatihi dolduruyordu.
Türk Dışişleri ve Ekonomi Politikaları Neden Sürekli Eksen Kayması Yaşanıyormuş Gibi Bir İzlenimin Ortaya Çıkacağı Bir Şekle Büründü?
Bu arada tek kutuplu dünyadan iki kutuplu dünyaya geçişin yaşandığı bu dönemde Erdoğan, Rusya'yı asla görmezden gelmemiş, Rusya ile iyi ilişkilerini sürekli devam ettirmiş, hatta yeni ticari anlaşmalara da imza atmıştı. Ayrıca Türkiye'nin yakıt ihtiyacı için üreticiyi de tüketiciyi de doğalgaza, LPG'ye özendirmiş, ABD'nin elinden petrol kozunu, Avrupa Birliği'nin elinden kömür kozunu büyük oranda almış, ancak Rusya'nın eline doğalgaz kozunu vermişti. Tüm bu strateji savaşları olurken ABD'de gidip Rusya ile anlaşmış, İran'ın nükleer hakkını sınırlandırmakla birlikte dolaylı da olsa tanımıştı. Tabiki bu gelişmeler özellikle İsrail Merkezli politika üreten ABD'deki söz sahiplerini ve İsrail Devleti'ni oldukça rahatsız etmişti. Tayyip Erdoğan'ın kolay lokma olmadığını MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı harcayamayacakları gerçeği ile yüzleşen İsrail odaklı dış güçler ve iç uzantıları, Tayyip Erdoğan'a bu kez adeta savaş açmışlar, O'nu sürekli zor durumda bırakma eğilimine girmişlerdi. Birdenbire bazı sözde alimlerin şiiliğin küfür olduğuna ilişkin ehli sünnetin önemine ilişkin neden gerek duyulduğu anlaşılamayan beyanları medyada peydahlanmaya başladı önce. Daha sonra Öcalan'a yine aynı gruplar tarafından şov yaptırıldı. Ardından Reyhanlı ve Gezi olayları patlak verdi. Biraz hadiseleri analiz yeteneği olan hemen herkes bu olaylarda dış güçlerin istihbarat birimlerinin ve iç uzantılarının izlerini bu hadiselerde görebilir. Başbakan Erdoğan, sürekli zor duruma düşürülmeye, arkasındaki halk desteği yok edilmeye en azından bununla tehdit edilmeye çalışıldı diye düşünüyorum. Ancak Başbakan son derece soğuk kanlı davranıp dik durarak bu badirelerden yara alarakta olsa yok olmadan çıkmayı başardı. Karşılıklı hamleler devam etti.
Başbakan'ın ya da Hükümetin, Emniyet İstihbarat'ında, Yargıda, Sağlık Bakanlığı'nda, Milli Eğitim'de adeta bir temizlik ve hijyen operasyonuna giriştiği algısına yol açacak bir takım tayinler, görevden almalar ya da atamalar gerçekleştirildi. Derinlerdeki bu kavganın dışa yansıması yani halka yansıyan yüzü ya da kamuya yansıyan tezahürü ise çok daha farklı şekilde gerçekleşiyordu. İşte dersanelerin kapatılması hadisesi de bana göre bu kavganın bir tezahürüydü. Bendeniz, bir yılı aşkın bir süre önce bu kavgadan bahsederken kendilerini hizmet hareketi olarak adlandıran grubun içindeki bazı isimler beni ve Uşak Haber Merkezi'ni provakatörlükle suçlayarak bu kavganın varlığını bile kabul etmemişti. O dönem yazdığım yazıların altına gelen yorumları anımsarlarsa dikkatli okuyucularımız bana hak vereceklerdir.
Dersanelere İhtiyaç Var mı? Kapatılırsa Ne Olur? Uşak'taki Yöneticiler Modaya Neden Uydu Ya da Uymadı? Çözüm Ne?
Aslında kibir olsun diye demiyorum ama, Uşak Haber Merkezi'nde yayımlanan bir çok köşe yazısı, kentimizin ya da ülkemizin politik tarihine ışık tutacak birer belge niteliğindedir desem abartmış olmam diye düşünüyorum. Dersanelerin kapatılma kararının netleşmesinin ve Başbakan'ın geri adım atmayacağının anlaşılmasının ardından tüm Türkiye'de olduğu gibi kentimizde de her önüne gelenin dersane krizi konusunda fikir belirtmesi modası çıktı. Sınavlarda sorulan soruların, okul müfredatı ile eğitim gören bir öğrencinin destek almaksızın cevaplayabileceğinden çok daha zor seçilmesi, soruların devlet okullarında eğitim gören öğrencilerin çıtasından çok üst perdeden oluşturulmasının neticesinde bir ihtiyaç gibi ortaya çıkartılan ve gerçekten bir ihtiyaçmış gibi yıllarca Türk Milleti'ne yutturulan dersanelerin kapatılması kararı elbette en fazla cemaati rahatsız etmişti. Buna mukabil olarakta doğal olarak en fazla karşı çıkanlar cemaate yakınlığı ile bilinen isimler bir de cemaatten oy alabilir miyiz acaba telaşına düşen politikacılar ya da STK Başkanlarıydı. Oysa ki dersanelerin kapatılması halinde tek yapılması gereken sınavlarda hazırlanan soruların Milli Eğitim müfredatlarına uygun çıtaya getirilmesi ya da müfredatların sorulara cevap verebilecek nitelikte öğrenci yetişmesine zemin hazırlayarak eğitimde bir kaç reforma gidilmesiydi. Yani abartacak bir şey yoktu. Elbette cemaat en önemli gelir kaynaklarından olan, ayrıca kendilerine bağlanması muhtemel genç dimağlara en kolay ulaşmanın yolu olan dersanelerin kapatılmasına karşı çıkacaktı. Bu kaçınılmaz doğal sonuçtu.
Uşak'ta; Mustafa KUVVET, Ali ERDOĞAN, Alpay ÖZGÜR, Akif KÜPLEMEZ Gibi İsimler Neden Şaşırttı, Politikacıların Tavırları Nasıl Şekillendi?
Uşak'ta bu modaya ilk uyan Ali Yıldırım oldu. Her ne kadar OSB ile ilişkilendirilemese de Yıldırım'ın bu açıklaması kamuoyunca çok yadırganmadı. Zira OSB'nin bir çok nimetinden alenen yararlandırılan cemaate, Yıldırım'ın yakınlığı zaten herkesçe bilinmekteydi. Açıklama yapması beklendiği halde açıklama yapmaktan kaçınan iki isim vardı. Birisi, Uşak Bağımsız Belediye Başkanı Ali Erdoğan diğeri ise Karma OSB Başkanı Akif Küplemez. Zira bu iki isimde cemaate yakın diye biliniyordu. Dersanelerin kapatılmasına ilişkin görüş belirterek herkesi şaşırtan bir başka isim ise UTSO Başkanı Mustafa Kuvvet oldu. Hükümetin, Uşak'ı teşvik yasasından yararlanan iller arasından çıkarması dahil hiç bir konuda sanayici ya da tüccar lehine, hükümet aleyhine çıkışına rastlanmayan ve halen Mayıs ayında biteceğini taahhüt ettiği halde, UTSO'nun inşaat halindeki yerlerinin tamamlanmasını bile sağlayamadığı için eleştirilen Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mustafa Kuvvet'in de açıklamada bulunması bir çok çevreyi şaşırttı. Zira Kuvvet, UTSO seçimleri sırasında bizzat cemaat tarafından tabirimi maruz görün; devrilmeye çalışılmış, ancak sağduyulu grup ya da kişilerin birlik adına cemaate yüz vermemesi sonucunda UTSO Başkanı olarak kalmayı başarabilmişti. Yani Başbakan'ın bugün yaşadığı kaderi daha öncede Mustafa Kuvvet bizzat yaşamış, nerede ise cemaat içerisindeki bazı kişilerin ihtarasları sebebi ile, Uşak halkının gözü önünde makamından adeta alaşağı edilmek istenmişti. Başbakan ile cemaat arasındaki bu kavgada Başbakan'ı en iyi anlayanlardan birisi olması beklenirken Mustafa Kuvvet'in bu şekilde tavır belirlemesi dudak büktürdü.
Cemaat ile Başbakan kavgasında en dik duruşu ise Ak Parti'de yine Mehmet Gün, Serhat Eren ve Nurullah Cahan gösterdi. Ak Partinin bu üç aday adayının da gerek kişisel facebook, twitter hesaplarında gerekse kişisel ilişkilerinde ortaya koyduğu gözlerden kaçmadı. Ak Parti Merkez İlçe Kurucu Başkanlığı görevinide yapmış olan Avukat İsmail Vural'ın sosyal paylaşım sitesi facebooktan "eleştirmek kolay ama zor olan aklı selim davranmak, iyi yapılanlarıi hizmetleri görmektir" şeklindeki paylaşımının üzerine Mehmet Gün ise "hizmet sevdalısı fedakar kardeşlerimiz başımızın tacı ancak fitnecileri de susup seyretmeyeceğiz" şeklinde bir paylaşımda bulundu. Cemaat bu seçimlerde belki de ilk defa olarak hiç bir aday adayının yanına yanaşamadı ve kimseyi aleni destekleyemedi. Zira cemaatin desteğini alan aday adayının aday olma şansının olmadığı bilinmekteydi. Dolayısı ile aday adayları adeta cemaat ile yanyana anılmak ya da görünmekten imtina etti. Garipsenebilecek bir başka davranışı da bu süreçte MHP'den adaylığı kesinleşen Alpay Özgür gösterdi. Politik hayatının en önemli argümanlarından birisinin cemaate karşı dik duruş göstermek olduğu bilinen Özgür, cemaate yakın dernek ya da kuruluşlara geçtiğimiz günlerde bir dizi ziyaret gerçekleştirirek dikkatleri üzerine topladı. Özgür'ün bu ziyaretleri cemaatten oy umuyor şeklinde yorumlanırken garipsenen bir davranış olarak hafızalara yer etti.
Uşak Politikasına; Cemaat-Başbakan Kavgasının Tuhaf Yansımaları!
Vedat Orhan
musa durmaz 11 Yıl Önce
konuyla ilgili geçmiş dönemlerdeki yazılarınızı da hatırlıyorum ve gayet tutarlı bir çizgi ile olayı çok net bir şekilde özetlediğinizi düşünüyorum.benim merak ettiğim yazıda adı geçen kişilerin tepkisi ne olacak..?öyleki dün ile bugün arasındaki farkı gayet net bir ifadeyle dile getirmiş ve o gün karşı çıkanları bugün onaylamak yada tersini yapmak zorunda bırakmış oluyorsunuz.merakla bekliyorum...
halil 11 Yıl Önce
çok yazmış ama hiç birşey söylememiş.
vatandas 11 Yıl Önce
bu cemaat denilen yapilanmanin ne kadar fitne unsuru olduqunu bir cok konuda taviz veren basbakan bile anladi ve tavir koydu ya helal olsun.
çook kötü 11 Yıl Önce
son zamanların en kötü yazısı olmuş. çorba yanında nefis kalır..
ahmet akkus 11 Yıl Önce
sayin yazara tesekür ediyorum tam aktuel konulari iyi analiz etmis cemat olsun tarikatlar olsun bunlar tam holdingler menfatlarina azda olsa dokundunmu ortsds ne din ne iman kaliyor yazik bizde bunlarin iyi insanlar yetisdirdigine inaniyorduk malesef bunlarin arkasinda cikar ve menfat varmis bunlarin yörünmeyen yüzü holding ama islamla kamufile olmuslar sadece