Yazılarımı ve sosyal paylaşım sayfam üzerindeki paylaşımları yakından takip edenlerin malumudur ki; başından beri bu başkanlık sistemi teranesi tartışmalarının çok kof tartışmalar olduğunu, hatta suni gündemlerle başka maksatlar güdülerek milletin gündeminde tutulmaya çalışıldığını söylüyorum. Yani amacın sistem ya da rejimi değiştirmek olmadığını amacın sistem tartışmaları üzerinden milleti kutuplaştırıp ayrıştırırken, AKP'nin ve MHP'nin marjinalleştirebildiği kitlenin büyüklüğünü görmek ya da göstermek olduğunu savunuyorum.
Başkanlık Sistemi adı verilen proje ilk olarak hangi projenin nihai hedefi olarak dillendirilmişti? Malumunuz olduğu üzere Başkanlık Sistemi dedikleri şey aslında bir ABD-İsrail ortak yapımı olan BOP'un bir nihai hedefi idi. Peki neydi BOP? Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice Hanımefendinin de bir açıklamasında bahsettiği gibi, Türkiye dahil 22 Ortadoğu ülkesinin sınırlarının ve yönetim biçimlerinin veya yöneticilerinin değiştirilmesini öngören bir proje idi. Yani, Irak başta olmak üzere, Mısır, Libya, Yemen, Sudan, Suriye ve Türkiye gibi pek çok Ortadoğu ülkesinde, sınırlar değişecek herkes Büyük İsrail Devletine topraklarının bir kısmını verecek, hatta bazı Devletler rejim değişikliklerine gidilecekti ve Arap Baharı yaşatılacaktı. Nihayetinde Ortadoğu Ülkelerinin başına gelenler Türkiye'nin başına gelecekti ve nihayetinde Türk Milleti; Millet olmaktan ve üniter Devlet yapısından vazgeçerek; Ümmet olmaya ve Başkanlık Sistemine ya da namı değer Padişahlık sistemine razı edilecekti. Yani bir AKP’li Milletvekilinin tabiri ile 90 yıllık aradan sonra kalınan yerden yobazlığa gericiliğe üfürükçülüğe, din bezirgânlığı üzerinden para kazanarak, kadına çocuğa köle muamelesi edilmeye devam edilecekti. Ayrıca insanlara tebaa muamelesi yapılacak ve halklara ayrılan topluluklar Millet olma şuurundan vazgeçirilecekti. Laik Demokratik Sosyal Hukuk Devleti anlayışından ve üniter yapıdan vazgeçilecekti yani Türkiye Cumhuriyet Devleti adeta yok edilerek yerine Başkanlık sistemi adı altında Padişahlık sistemi getirilecekti ve Halifesi de şimdi adı Pensilvanyadaki zat olan kimilerinin meczup kimilerinin hain olarak vasıflandırdığı, o dönemin “pek muhterem hoca efendisi” Fethullah Gülen olacaktı.
Ama malumunuz olduğu üzere evdeki hesap çarşıya uymamıştı ve ne Mısır'da, ne Libya'da ne Yemen'de ya da Suriye'de BOP'çuların öngördüğü gibi yürümemişti işler. Yani BOP'çular resmen çuvallamıştı ve uyguladıkları politikalardan bir türlü istedikleri sonuçları alamamışlardı. Tabi en sert kayaya da Türkiye'de çarptılar. Ne iç karışıklık çıkartabildiler diğer Ortadoğu ülkelerindeki gibi ne de terörü hakim kılabildiler Türkiye'nin herhangi bir bölgesinde.
Malumunuz olduğu üzere açılım politikaları da zaten BOP kapsamında aranan maceranın bir ürünüydü ve beklenti oydu ki sözde Kürt haklarını savunma iddiasıyla yola çıkan ve fakat en fazla Kürtlere zulmeden ve nihayetinde Kürtlerin başına, evlerinin göçmesine sebep olan PKK’lı teröristler, Doğu ve Güneydoğu bölgesi halkını sindirip yönetimlerini ellerine alacaklardı. Bu esnada zaten yok Ergenekon, yok Balyoz, yok özel hayatı ifşa gibi kumpas davaları ve şantajlar ile yıldırılan ve çaresiz bırakılan Türk Ordusu “nasıl olsa sorumluluk siyasilerde ve bize Valilik oluru vermiyorlar operasyon için” deyip o bölgede olan biteni sineye çekecek ve fakat kesinlikle müdahale etmeyecekti ya da edemeyecekti. Nasıl olsa ordunun ve emniyetin yarıya yakını Fetullahçılar tarafından ele geçirilmiş olduğu gibi yargı neredeyse tamamen kuşatma altına alınmış olacaktı. Bu esnada terörden ve her gün gelen şehit haberlerinden ve canlı bomba tehditi sebebiyle düğünlerde bile bir araya gelmekten korkar hale getirilen ve toplum olarak psikolojisi bozulan millet, bölünmeye ya da Üniter Devlet yapısından vazgeçemeye razı edilmiş olacaktı.
Ancak çok şükür ki oynanan kirli oyun başta şerefli Türk Ordusu olmak üzere Emniyet, MİT dahil bütün kolluk kuvvetlerimizin ve adli mercilerde görevli gerçek devlet adamlarımızın ferasetine takıldı önce. Hemen ardından da 5000 yıldır bir şekilde devlet kurmuş ve dünya üzerinde devlet yaşatmak ya da yeniden kurmak üzerine en çetin imtihanları vermiş dünyanın en necip ve köklü medeniyetinin sahibi olan Türk Milletinin boyun eğmez tavrı ile BOP'a bu projenin sahiplerine bu coğrafyada düz çöktürüldü. FETÖ'nün üzerinden yürütülen ABD ve İsrail projesi BOP neredeyse bütün Avrupa ülkelerinin desteğine rağmen Türk topraklarında neşü neva bulamamıştı.
Ayrıca bunu yaparken devletimizin 90 yıllık kazanımı olan madenleri, limanları, hava alanları, telekom gibi devasa kuruluşları başta olmak üzere kâğıt fabrikalarına, şeker fabrikalarına varıncaya değin her şeyini yani bütün Kamu İktisadi Teşekküllerimizi (KİT) iktidarlarına ortak ettikleri yabancılara peşkeş çekmekten de geri durmamışlardı. Ama hem siyasetin içinde hem de devletimizin içinde gerçekten devletini, milletini seven insanların önceden yerleştirilmiş olması bütün oyunlarını bozdu.
Pekâlâ, madem BOP mu dur ne b.ktur af edersiniz çöktü de bu sistem tartışmaları da neyin nesi? Diye soracak olursanız bu konuyu kim, hangi gerekçe ile gündeme getirdi? Önce ona bir bakalım derim. Malumunuz olduğu üzere Başkanlık sistemi tartışmaları 17/25 Aralık sonrası pek çok BOP politikası gibi rafa kaldırılmıştı. Hele 15 Temmuz’dan sonra uzun süre adı bile anılmamıştı. Peki, ne değişti?
Madem fiilen Başkanlık Sistemi kurulabildi niçin Merkez Bankası ya da Devlet Planlama Teşkilatı istendiği gibi davranmıyor? Ya da madem başkanlık sistemi fiilen var ben hala bu yazıyı hangi hakka dayanarak yazabiliyorum? Ya da Uşak Haber Merkezi niçin hala yayında kalabiliyor? Sizce bahsedildiği gibi fiilen tek adam rejimi olsaydı Belediye Başkanını fotoğraflar çektirerek Devletin emniyet kuvvetlerinin ve savcılarının elinden kurtarmaya çalışırlar mıydı siyasiler? Ya da sizce bizi çoktan içeriye atmış olmaları gerekmez miydi fiilen tek adama geçebilmiş olsalar? Eğer fiilen böyle bir durum varsa tek adam onlara ram olmuyor demektir ya da böyle bir fiili durum söz konusu değil demektir.
Bu konuyu gündem edenler zaten referandumdan, milletin böyle bir yetkiyi hiç kimseye vermeyeceğini hatta EVET'çilerin ağır bir hezimete uğrayacağını da biliyorlar. Hattı zatında Bahçeli sizden çok daha iyi biliyor ki; Hiç bir Kürt artık bu BOP artığı partilere oy vermez. Orduya sığınarak PKK'lı teröristlerin elinden zor kurtulan Kürt kökenli vatandaşlar bundan böyle bölünmenin ya da petrol maaşı vs. gibi konuların konuşulmasına dahi izin vermez emin olun. Çünkü Türk Ordusunun değil bir bölgeden bir çakıl taşından bile vazgeçemeyeceğini acı bir şekilde yaşayarak müşahade ettiler bölgede.
İşte ben bunun olacağını beş yıl önce öngörmüştüm. Çünkü ben en başından beri Türk Devletine ille de Türk Ordusuna olan inancımı asla yitirmemiştim. Önceki yazılarımda ya da konuşmalarımda da buna dair örnekleri pekâlâ bulabilirsiniz. Kaldı ki Bahçeli'nin asıl maksadının AKP değirmenine su taşıyarak MHP'yi dağıtırken AKP tabanı ile yakınlaştırıp oyların "sağ oylar" adı altında AKP'de toplanmasını sağlamak amaçlı politikalar ürettiğini ve üretmeye devam edeceğini de çok yıllar önce öngörüp söylemiş bir gazeteciyim. MHP'lilerin uçmuş bu demesini göze alarak bu öngörümü paylaşmıştım ve maalesef ki haklı çıktım.
Neyse konumuz bu değil, Bahçeli biliyor aslında şu saatten sonra Kürtlerden AKP'nin oy almasının da referandumda EVET çıkmasının da mümkün olmadığını. Aynı şekilde Alevi ya da Caferi'lerin de bu eğilimde olmayacağının da farkındalar. Belki bir miktar aklı kıt, gördüğüne değil, görmek istediğine inanan, gördüklerine göre değil komplo teorilerine göre iman edip yaşamayı seçen biatçı kültüre alıştırılmış, dinden haberi olmadığı halde cehaletin Nirvana’sındaki “dini dar” kitle ile Milli kelimesinin anlamından bihaber, iki satır kitap okumamış ama işaretleri sevdiği için ya da özentisinin kurbanı olduğu için milliyetçiyim diye gezinen, az bir kitle koparabileceklerinin Vallahi de Billahi de farkındalar. Yani ne gerçek Milliyetçilerin nede Allah korkusu taşıyan dindarların bu referanduma evet demeyeceğinin de farkındalardır. Kısacası bu Milletin 100'de 20'sine bile evet dedirtmelerinin mümkün olmadığının farkındadırlar.
Peki, ne amaçlıyorlar? Bakınız son kararnamede Kanal 14 ve Kanal 12 kapatıldı yani Alevi Sünni gerilimini artıracak yeni bir hamleye imza atıldı. Üstelik bu Caferi kanalları FETÖ'cülükle suçlanıyor iyi mi? Ben hep derim devletin işine karışılmaz, belki de vardır bir bağlantıları, hiç birini tanımıyorum sahiplerinin ya da çalışanlarının sadece bir kez Kanal 14 binasına bir ziyaretimiz oldu ve fakat bizleri tanıdığına pekte memnun olmamış gibi davranmıştı bizi ağırlayan kişi, birer bardak çay içip ayrılmıştık hepsi bu. Yani hiçte Ehlibeyt anlayışına yakışır bir misafir ağırlama nezaketini göremediğimi rahatlıkla söyleyebilirim ama bu insanların FETÖ ile bir ilintisinin çıkacağını da hiç sanmıyorum açıkçası.
Malumunuz CHP gibi insanın hiç değilse kurucusunun hatırına söz söylemekten imtina etmesi gereken bir partiyi, hiç utanmadan HDP gibi dün kardeş oldukları parti ile yanyana gösterme gayretleri ve sağ sol söylemlerini artırırken bir taraftanda DHKP-C midir ne karın ağrısıdır artık adından başka bir şeyinin kalmadığını düşündüğüm sözde örgüte de sözde provakatif eylem yaptırarak ya da göz yumarak da bu sağ sol kutuplaşmasını ve kamplaşmasını artırma gayretleri var.
Yani demem o ki İmam Ali Efendimize karşı insanları kışkırtıp O'na kılıç çekebilecek kadar haddini aşmış, Hazreti Ömer'in tabiriyle kılıç Müslümanlarını yani münafıkları ardına takarak kendine İslam Halifesi adı takmış, Nakşibendilerin öve öve bitiremediği hatta haşa "Vahiy Kâtibi" falan ilan ediverdikleri Muaviye ile Şam ahalisi arasında geçen meşhur bir Dişi boz deve hikâyesi vardır.
Neyse sanırım meram anlaşılmıştır hayli uzun oldu ama affınıza sığınıyorum zira kolay anlatılabilecek konulara girmiyoruz.
sen gazetecimisin yoksa iftiracimisin acaba merak ediyorum ama agzimı bozmuyorum kafanı kumdan cikarip gercekleri gormen lazim sen gazeteci değil chpkk lı birisin anladınmi yarin göreceksin yüzde 20 evetmi olacak yoksa hayırmı