Boşa Panik Yapmayın; Olsa Olsa Yaşananlar Bir TATBİKATTIR!
Eyvah Devletimizi hainler ve beraberindeki ABD-İsrail-İngiliz üçgeni etrafındaki dış güçler ele mi geçirdi? Yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devleti elimizden mi çıktı? Acaba Padişahlık geri mi geliyor ve birileri Padişah mı olacak? Acaba bölünüyor muyuz? Saltanat geri mi geliyor? Ülkede iç savaş çıkartılabilir mi? Madenlerimiz, sahil şeridimiz, ormanlarımız, doğal güzelliklerimiz derken, bu sefer topraklarımızı da mı yitireceğiz? Acaba Türkiye Cumhuriyeti Devleti çökertiliyor mu? Dünya niçin bizi tanımaz hale geldi? Niçin Cumhurbaşkanı sıfatıyla seçilmiş olan kişi hiç bir 1. Sınıf Dünya ülkesinde "Resmi" olarak kabul görmüyor? Ya da Gelişmiş Dünya ülkelerinin liderleri niçin ülkemize resmi ziyaret gerçekleştirmiyor? Acaba Devlet el değiştiriyor, aynı zaman da şekil mi değiştiriyor? Üç çapulcuyla baş edemeyecek bir hale mi geldi? Kısaca Türkiye'ye ne oluyor? Türk Milleti nereye sürükleniyor?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından Misak-i Milli sınırları içerisinde yaşayan herkesin kardeşçe, "Yurtta ve Cihanda Sulh" ilkesini benimseyerek huzur içinde yaşamasını sağlamak üzerine kurgulanarak, tarım, hayvancılık sanayi, enerji, hammadde dahil bütün sahalarda ve sektörlerde dışa bağımlı olmaksızın, kendi kendisine yetebilecek zenginliklere sahip, herkesin eşit hakları kullandığı, paylaşımcı, hukukun üstünlüğünü esas alan, Din işlerini Devlet işlerinden ayrı tutmayı başarabilmiş, demokratik bir biçimde kişi hak ve özgürlüklerine saygılı, can emniyeti başta olmak üzere, namus emniyeti, mal emniyeti, din ve vicdan hürriyet ve emniyetinin doyasıya yaşanacağı, insanlarının zenginlik içinde medeni bir biçimde hayat sürebileceği bir devlet olarak hayal edilerek kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, son günlerde hayli zor ve sancılı günler geçirdiğinin hepimiz farkındayız.
Gerçekten de Türk Milleti olarak çok çetin imtihanlara tabi tutulmaktayız ve olan biteni anlamak, olayları okumak hayli zor hale geldi. Kim hain kim vatanperver onu bile seçmekte artık ciddi oranda güçlük çekmekteyiz. Zira Devletin en önemli ayağı olan hükümeti ve TBMM'ni oluşturan politikacılarımızın bir dediği diğer dediğini tutmamakta, her biri tutarsız ve anlam verilemeyen tutumlar sergilemekte. Politika sahnesi kimilerine göre adeta huysuz çocukların içinde oynadığı bir oyun parkı ya da afedersiniz, kimilerine göre de; aklını yitirmiş politikacı kılıklı bir grup insanın (delinin) saçma sapan işlerinin izlendiği bir tiyatro sahnesine dönüşmüş durumda. Peki ne oluyor? Ya da bu işin sonu nereye varacak? Türk Milletinin zaten olmayan keyfi iyice kaçmış durumda ve herkes en zenginlerde dahil kendi geleceklerinden daha ziyade çocuklarının geleceklerinden endişe ettiklerini sık sık ifade etmekte. Dost meclislerinde, kahvehaneler ya da kafeteryalarda sıklıkla sizlerde ya bu türden yakınmaları dile getirmiş ya da işitmiş, şahit olmuşsunuzdur mutlaka. Ben bir parça da olsa sizlerin yüreğine su serpsin diye, az da olsa toplum da oluşan endişe ve kaygıları hafifletsin diye bu yazıyı kaleme almaya kendimi mecbur hissettim. Umarım okuduğunuza değer ve okumayı bitirdiğinizde bu yazı; zihin dünyanızda yeni ufuklar açılmasına ve gönül ikliminizde bir nebze de olsa rahatlama yaşamanıza vesile olur.
Atatürk'ün bizzat çizdiği ve adını Misak-i Milli sınırları koyduğu gözbebeğimiz olan Devletimizin kurulu olduğu bu coğrafya, gerek dünyadaki jeopolitik önemi bakımından, gerek içerisinde barındırdığı zenginlikler bakımından, gerekse tarihi-kültürel mirasların üzerinde oturduğu gibi, yeryüzünde güzellik adına ne ararsan hemen hemen hepsini kendi üzerinde taşıyor olması bakımından, bütün dünyanın gözü bu yeryüzü cenneti devletinin üzerinde. Bu gayet doğal. Zira hatırlayınız; Atatürk Kurtuluş Savaşını başlatmadan önce yedi düvel bu toprakları paylaşmak üzere bir olmuş ve hatta işgali bile gerçekleştirmişlerdi. 1. Dünya Savaşı aslında Osmanlı'yı yok etme ve bu coğrafyaya sahip olma adına Haçlı Birliği'nin danışıklı dövüş sergilemesi ile beraber ortaya çıkmış bir savaş diye düşünüyorum. Osmanlı Padişahlarını, Nakşibendi şeyhleri ve bidatçi, Arapçı hocalar vasıtası ile adeta şaşkına çeviren Haçlı ittifakı kavgaya tutuştu ve bu kavgaya Osmanlı'yı bir şekilde ortak etti. Daha sonra doğal olarak Osmanlı'nın yanında yer aldığı taraf yani ittifak kuvvetleri adı verilen taraf ihtilaf kuvvetlerine karşı tartışmasız bir mağlubiyet alacaktı ve Çanakkale'yi geçen Haçlı ordusu Türk topraklarını paylaşacaktı, planlanan bu idi en azından. Ancak beklenen olmadı, Çanakkale Geçilememişti. Savaşın planlayıcıları; İngiliz kamarasında zafer haberi beklerken gelen habercinin; "efendim Çanakkale geçilemedi, Türk'ler bizi geri püskürttü" sözlerini duyunca, çok şaşırmış ve "nasıl olur" demişti. "Alman Komutan Liman Van Fonders bizimle hareket edecekti ve biz kazanacaktık". Hiddetlenen kral ve yakınlarına haberci titrek bir sesle şu cevabı verdi ."Efendim Mustafa Kemal, O'nu da dinlemedi ve bizi O'nun zekice stratejileri ve Liman Van Fonders'ı bile dinlemeyip komutasını ele aldığı ordusuna verdiği "ölüm emri" yendi". İlginçtir Çanakkale Zaferi; Bulgaristan Devletini bile iştaha getirmiş, artık ittifak güçlerinin savaşı kazanacağına kesin inanarak o da ittifak kuvvetlerinin yanında, yer alarak savaşa katılmıştı. Ama daha ilginçtir, netice de savaşın kaybeden tarafı Çanakkale'ye rağmen biz olmuştuk ve yine işgal süreci başlamıştı. Bu arada yine çok ilginçtir, ne Almanya ne de bizimle savaşa katılan ve yenilen Rusya, Bulgaristan vs. gibi ittifak kuvvetlerinin toprakları işgale de uğramamıştı. Dünyayı yönetenler bu topraklara sahip olmak ve Osmanlı'nın varlığına son vermek için adeta binlerce insanın ölümü pahasına bir danışıklı dövüş içerisine girerek savaşmış ve sonunda amacına ulaşmıştı. Yüzyıllarca Haçlı Seferleri ile bir araya gelerek bu toprakları elde etme arzusu ile tutuşan Hristiyan Birliği bu kez bir kısmı bizden gözükmek sureti ile Osmanlı'yı sürükledikleri savaşın içerisinde yok etmeyi ve yıkmayı başarmışlardı. Padişah bu tuzağı çok sonra farketmiş ama iş işten çoktan geçmişti. Artık bu son kaçınılmaz kader olmuştu.
Her neyse işgalin başlaması ile İngiliz'in iştahını ve keyfini kaçıran ufak tefek halk hareketlenmeler olsa da bu hareketlenmeler, birliği sağlayamadığı için bastırılan isyanlar olarak nitelendiriliyordu. Kaldı ki dönemin İstanbul Hükümeti, Padişah, Şeyhülislam isimli zevat ve bir sürü sözde hoca ve şeyh Türk Milleti'ne sürekli teslim olunması yönünde telkinde bulunuyor, "kan akmasın, analar ağlamasın" diyorlardı. Tam bu sırada Samsun'dan doğan güneş umutsuzluk içerisindeki Türk'lere umut olmuş, paramparça olmuş bir milleti yeniden kenetlemişti. Milletin Kuvvetlerinin birleşmesi ve Kuvva-i Milliye adı verilen bir hareketin başlamasına karar verilmişti. Bu hareketi başlatan, organize eden, yöneten ve başarıya götürecek isim; Samsun'dan doğan güneş Mustafa Kemal'di. İngiliz'in ve ittifak ettikleri güçlerin baş belası Mustafa Kemal Çanakkale'den sonra yine sahnede idi ve milletini arkasına almayı, bir etmeyi başaran Mustafa Kemal yedi düvele karşı verdiği bu ikinci savaştan da zaferle çıkmayı başarmıştı. İşgal güçlerine çekilip gitmekten başka çare kalmamıştı.
Mustafa Kemal daha sonra yazımın başında kısmen tarifini yaptığım Devleti kurdu ve üzerine hiç bir malı mülkü kalmayacak şekilde, vasiyetini hazırlayarak, Atatürk soy isminin sadece kendisine verilmesinden başka hiç bir taltif istemeden, fani dünyadan çekip gitti. O gün bu gündür Türk Milleti; adeta yetim ve Mustafa Kemal'in kurduğu bu büyük devlet yeniden tehdit altında. Yeniden düşmanlarımızın iştahı bir hayli kabarmış durumda. Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'nde bahsettiği, dahili ve harici bedhahlar sanki bugün sahnede ve yine Gençliğe hitabede bahsettiği tablo yaşanmakta. Sanki "Cebren ya da hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş" ve "memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde" imiş gibi bir hava var. Milletin çoğunluğu ise, olan bitenden habersiz, uyutulmuş, unutulmuş, itelenmiş, eğitilmemiş, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş gibi. Sanki Damarlarımızdaki asil kanın bizi hareketlendirmesine ihtiyaç duyacak gibiyiz.
Ben acizane Mustafa Kemal Atatürk'ü çok iyi araştırmış birisiyim ve hayatını çok iyi irdeledim. Hayatını yakınen irdeleyen herkesin düşüneceği gibi ben de O'nun çok özel bir insan olduğunu, seçilmiş birisi olduğunu düşünmekteyim. Öngörüleri bu kadar ileride olan bir lider, elbette Devletinin bir gün ne ile karşılaşabileceğini öngörmüştür. Kaldı ki bu öngörülerini gerek "Nutuk" isimli eserinde gerekse Gençliğe Hitabesinde görebiliyoruz. Asıl söylemek istediğim şu; Bu kadar öngörü sahibi, zeki ve milletini bu kadar seven bir isim, bunları öngörmüşse ki görmüş, o halde muhakkak gerekli tedbirleri de almıştır. "Türkiye Cumhuriyeti İlelebet Payidar Olacaktır" sözü Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e ait ise ki O'na aittir, bu söz mutlaka gerçekleşecektir. Bu sözün gerçekleşmesi için yani ne pahasına olursa olsun, bu devletin yaşaması için gerekli önlemleri muhakkak almıştır. Kimbilir belki de CHP sadece bu tedbirleri ve önlemleri hatırlasa, sadece CHP Atataürk'ün çizgisinden zerre sapmadan politika üretse ve O'nun vasiyetlerine, nasihatlarına uysa O'nun planladığı doğrultuda hareket ediverse her şey çok güzel olacaktır.
Neyse demem şu ki; "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni hiç kimse ama hiç kimse yıkamaz" ve bu işin sonunda her zaman olduğu gibi bu toprakları ve değerlerini paylaşma hayali görenler, saltanat hülyası görenler, yine kabuslarla uyanırlar. Peki neden bu kadar müsade ettiniz, neden iştahımızın kabarmasına göz yumdunuz? Neden Milleti bu denli telaşlandırdınız? gibi sorulara Devletin sahiplerinin cevabı ise zannımca şu olur; "TATBİKAT" Yaptık. Böyle bir durum söz konusu olsa ve biz de farkında olmasak ya da tedbir almış olmasak, biz de gaflet içinde Millet gibi uyusak, kim nasıl tavır alacak onu merak etmiştik, yaşadık gördük. Şimdi herkes bu durumda nasıl tavır aldığına bir baksın ve kendisine lütfen çeki düzen versin, aksi takdirde bir kesimin bu coğrafyada bizimle yaşamasına malesef imkan kalmayacak noktaya doğru gitmekteyiz. Bu Devleti kuran irade; sizin, bizim asla tasavvur edemeyeceğimiz derinlikte bir dost, düşman algısına sahiptir. Unutmayın; bu Devleti kuran irade, O'nu yaşatmaya da müktedir olabilecek zekada ve imandadır. Bu günlerde yerelde ve ulusalda yapılan tatbikatlara herkes biraz dikkat kesilse iyi olur diyor, Uyanmamak için direnen Türk Milleti'ne iyi uykular diliyorum.
sayin çavuşoğlu nun buyazısını evvelki yıl okuduğum da yok artık böyle bir devlet mi var milletmi var demiştim. devletide milletide akp bozdu demiştim haklı çıkti. devlet ve millet ayar veriyor şimdi siyasete.
bu çavuşoğlu tanıdığım encesur öngörüleri bırbirçıkıyor. helalolsun adama tek başına mücadele etti buparalecilerle ve hepsinin cezaevine gidecegini yıllar önce söylemişti debunu sağlamanın gururunu yaşıyor. bıryıl önce yazmış ama sanki bugün yazmış gibi valla
akp liler milliyetcilik ve vatan severligi 15 temmuzda ogrendi menzilciler bile arabalarina turk bayragi asmaya basladi ama gecici o akp lilerin milliyetcilik oyunlari..
türkiye her şeye evet diyenlerden kurtulursa ve gerektiğinde hayır diyebilecek bir yönetime kavuşursa bankalarını millileştirmiş petrolüne ve yer altı zenginliklerine sahip bir konuma gelirse derin çekirdekteki çatışmalarda biter.tatbikatlara gerek kalmaz
sana güveniyor ve seviyoruz nurullah bey ama yerin mhp lütfen mhp de siyaset yap göreceksin o parti seni kısa sürede genel merkez nezdinde bile görevlendirecektir. zaten olman gereken yer uşak değil ankaradır meclistir. saygı ve hürmetle.(kadir uyar ve arkadaşları.)
kafamı yemiş ne şaşırmadım diyemem
tebrik ederim arkadaşım dökrürmüşsün yine.
sayı çavuşolu kardeşim .haber cilik yolunda devam et yazılarında ve haberlerinde kaldırmma ve engelli vatandaşlarımızı ve hele .kaldırım lara ve yasak lefaların bulunduğu yerlere arabalarını bırakanlarla basın gundeme getirirsen sana minnettear kalırız engeli diyoruz saygılıyız ama lafta kalıyor 112.ye yolbile yolvermiyorlar .saygılar selamlar kardeşim