Ehli Beyt ile Türkler arasındaki özel muhabbetin tarihsel seyri!
Yine mezhep İmamlarımız diye bildiğimiz; İmam Azam Ebu Hanife'nin, İmam Şafi'nin, İmam Hanbel'in ve de İmam Malik'in dördünün de Ehli Beytin emrine ram olduklarını ve hatta İmam Azam Efendimizin Ehli Beyt İmamları uğruna önce Emeviler'e yani Muaviye oğullarına ardından da Abbasi'lere yani Peygamber Efendimizin diğer amcası Abbas oğullarına kafa tuttuğunu ve Onlarla verdiği savaşta Emevi'leri yıktığı ancak sözünde durmayan ve dönemin Ehli Beyt İmamı olan İmam Caferi Sadık (as)'a söz verdikleri itibarı göstermeyen Abbasilere karşı verdiği siyasi mücadelenin neticesinde Abbasilerce önce hapsedildiğini ardından da Abbasilerin Bakanlık teklifini kabul etmeyince, sözde Halifenin emrine uymadığı gerekçesiyle ölüm kararı verilerek şehit edildiğini de yazmıştım. Yani kendisinin mezhep kurduğunu zannedilen ama aslında talebelerinin talebelerince kendisine mezhep ihtas edildiğini bildiğimiz İmamı Azamın, Ehli Beyt mezhebi yolunda şehit edildiğini sizlere tarihi vesikalar eşliğinde aktarmıştım. Ayrıca İmam Azam Ebu Hanefi'nin İmam Caferi Sadık'tan önceki beatının da İmam Muhammed Bakır'a olduğunu, o vefat edince Caferi Sadık'ın yolunda hizmet verdiğini yani hayatı boyunca Ehli Beyt İmamlarının yolundan zerre sapmadan ilerlediği hakikatini de yazmıştım. Bu yazımda ise Türkler'in Ehli Beyt eliyle İslam oluşlarını ve Ehli Beyti asla bırakmadan İslamı yeryüzü milletleri içinde en güzel bir şekilde yaşayıp yaşattıklarını izah edeceğim.
Türkler, Ehli Beyt ile tanışmadan önce de tek tanrıya inanan bir milletti ve Ehli Beyti tanımadan önce de kültürlerine, anane ve geleneklerine, dolayısıyla köklerine bağlı bir milletti. Ehli Beyti tanımadan önce de tabiri caizse kabadayı bir milletti. Türkler'e bir şeyi hele ki inancı zorla kabul ettirmeniz mümkün değildi. Nitekim o dönemde ırzına, namusuna düşkün olduğu kadar, Vatan adını verdiği yaşadığı topraklara da düşkün olan bir Millet olan Türkler'i; Abbasiler de, ondan önce Emeviler de, Müslüman etmek için çok uğraşmışlardı. Ancak topraklarına girip savaşarak pek çok millete ya da topluluğa İslamı kabul ettirdiğini bildiğimiz Emeviler de, Abbasiler de, Türkleri İslama girmeye ikna edememişlerdi. Bir çok kez Türkler'le karşı karşıya kaldıkları bilinen Abbasiler ya yenilmişler çaresiz bırakıp gitmişlerdi ya da savaştıkları Türk'leri öldürmek zorunda kalmışlardı. Çünkü Türk'ler ne cizye vermeyi ne de İslam olmayı kabul etmiyorlardı. İşte bu esnada Türkler'i zorla İslam etmeye çalışan Arap toplulukları, kabileler halinde yaşarken kendilerini bir millet olma yolunda tekamül ettiren, kız çocuklarını gömecek vahşilikte insanlardan; sanatkarlar, düşünürler, bilginler üreten Ehli Beyt ailesine sırt dönmüş, hatta Ehli Beytin Arap Yarımadası'nda yaşamalarına izin vermeyecek boyuta taşımışlardı Ehli beyt ile olan ilişkilerini. Arap'ların Ehli Beyt ile olan ilişkisi Ebu Hanife hazretlerini şehit etmelerinin ardından yani İmam Caferi Sadık efendimiz (as)'ın döneminden hemen sonra tamamen kopma noktasına gelmişti ve Ehli beyt İmamlarından İmam Musa Kazım(as)'dan itibaren Horasan'da bulunan Maveraunnehir denilen bölgede yaşamaya başladıklarını ve o civarda yaşayan Türk'lere İslamı sevdirip tebliğ ettikleri de bilinmektedir. 8. İmam olarak bildiğimiz İmam Rıza döneminde hız kazanan Türk'lerle münasebet 9. ve 10 İmamlar olan İmam Taki ve İmam Naki Efendilerimiz (as) döneminde zirve yapmıştır ki; özellikle İmam Naki (as)'nin döneminde Türk'lerin büyük kervanlar yada kafileler halinde gelerek, İmam Naki'nin eliyle İslamla şereflendikleri ve Ehli Beyt İmamlarına tabi oldukları bilinmektedir. Yani Abbasi ya da Emevilerin anlattıkları İslamı beğenmeyen, onlarla savaşmayı göze alarak Müslüman olmayan Türkler, Ehli Beyt kendilerine İslamı anlattığında benimsemiştir. Çünkü Ehli beytin yaşadığı ve anlattığı İslam ile Arapların yani Emevi ya da Abbasi idaresindekilerin anlattığı İslam kesinlikle bir değildir. Araplarda gördüğü İslamı beğenmeyen Türkler, Ehli Beytin yaşadığı İslamı görüp duyunca beğenmek bir yana benimsemiş hatta özümsemiştir.
İşte Ahmet Yesevi Hazretlerinin Son İmam olan Hz. Mehdi Efendimiz (as)'in babası İmam Hasan El Askeri'den sadece bir kaç yıl sonra devraldığı bu Ehli beyt İmanı ve mantığını Türk'lerin örfü ve kültürü ile yoğurarak ortaya koyduğu bu İslam sentezi Anadolu coğrafyasında neşü neva bulmuştur. Ahmet Yesevi ve O'nun yetiştirdiği bir başka büyük Türk Evliyası olan Hacı Bektaşi Veli Hazretleri gibi Türk büyükleri, Anadolu'nun kapılarını Türk Milleti'ne Alparslan'dan önce açmıştır. Alparslan Malazgirt'e dayanmadan Anadolu'yu karış karış dolaşan, Uşak'a yerleşen Hacım Sultan gibi Türk büyükleri bu coğrafyaya İslam'ın güzelliklerini aktaragelmişlerdir. Kaldı ki Anadolu'nun kapılarının Türk'lere resmen açıldığı savaş olan Malazgirt Savaşı'nın komutanı olan Türk cengaver Alparslan'ın da yanında yine Ehli Beyt sevdalıları vardı ve Alparslan kendisi de Ehli beyt sevgisinin Türk'lerin gönlünde yer etmesinde çok önemli rol oynamış bir Ehli Beyt sevdalısı idi. Selçuklu Devletinin kurucusu Ehli Beyt ekolünün ortaya çıkardığı manevi büyüklerdi. Yine Osmanlı Devletinin kurulmasında da Ehli Beyt ekolünün önemli köşe taşlarından olan Hazreti Mevlana ile Şeyh Edebali gibi manevi önderler çok etkin rol oynamışlardır. Osmanlı'nın tarihi seyri incelendiğinde Osmanlı ne vakit, Ehli Beyt'in o devirdeki tabiri caizse İmamı (Naib de denegelmiştir) ile birlikte olmuşsa yükselmiş ve yücelmiş, ne vakit Ehli Beyt İmamlarını küstürüp Arapların Cahiliye dönemi adetlerini ısrarla sürdüren, gerici, yobaz anlayışına yani Emevi anlayışına yaklaşmışsa da gerilemekten ya da fakirleşmekten, küçülmekten kurtulamamıştır. Bakınız tarihe Yıldırım Bayezid ne zaman Emir Sultan'ın sözünü dinlemeyi terketti, o zaman Aksak Timur'la savaşmaya karar verdi ve ağır bir mağlubiyet alarak Fetret Devrini yaşamasına sebep oldu Osmanlı'nın. Sonrasında Emir Sultan'ın sözünden çıkmayan Yeşil Mehmet (1.Mehmet) yıkılma noktasına gelen Padişahının bile esir düştüğü Osmanlı Devletini yeniden inşa etmiş ve mamur etmiştir. 1. Mehmet'in hemen ardından Emir Sultan'ın cenazesini kıldırmak üzere Bursa'ya gelen Hacı Bayram-ı Veli ile önce probleme düşen Fatih Sultan Mehmet'in babası 1. Murat, hatasını anlayıp dönüyor ve Hacı Bayram-ı Veli ile o tarihten sonra iyi geçinerek İstanbul'un fethi için oğlu Şehzade Mehmet'i, Hacı Bayram'ın özel yetiştirdiği Akşemseddin Hazretlerinin eline teslim ediyor ve Manisa'ya yolluyor. Yani maddi padişahlık 1. Mehmet'ten oğlu 1. Murat'a geçerken manevi padişahlık görevi Emir Sultan'dan Hacı Bayramı Veli'ye ardından da Akşemseddin'e veriliyor. Bu esnada da İstanbul'u fethedecek Padişah olan 2. Mehmet, "Fatih" olarak manevi padişah Ak Hoca yada Akşemseddin tarafından yetiştiriliyor. Bildiğiniz üzere Fatih'in, İstanbul'un Fethinden sonraki bazı hataları sebebiyle Padişaha ve Saraya gücenen Akşemseddin, İstanbul'un Fethinden sonra, bir müddet Mısır'da küs olarak yaşıyor. Daha sonra işlerin iyiye gitmediğini gören Padişah Fatih Sultan Mehmet, Akşemseddin'den af diliyor ve kendisini geri çağırıyor. Sarayın ve Padişahın Akşemseddin'in tasarrufundan çıkmasını fırsat bilen Emevi ya da Arap sevici anlayışın ürünü olan Nakşibendi Şeyhlerinin döndürdüğü dalavereler sebebiyle masum kardeşlerini katletmek dahil, pek çok hatayı işlettikleri Fatih, daha sonra tarih boyu hiç önüne geçilemeyecek ve kendisinden sonra pek çok padişahın aynı hataya düşeceği bir çığıra adeta öncülük etmiş oluyor. Zaten Fatih Sultan Mehmet'ten sonraki çok az padişah Ehli Beyt efendilerimizin sözüne riayet etmişlerdir işin doğrusu. Fatih'ten sonraki padişahların pek çoğu maalesef Ehli beyt yolunu terkedip, Araplar gibi takiyyecilik ve gösteriş tarafını tercih ederek kendi keyiflerinin ve zevklerinin peşinde düşmüşlerdir. Saray ve çevresi günah yuvasına döndürülmüş lakin halka gösterilen tarafında çok şaşalı bir İslam yaşanıyor sarayda havası estirilerek halk kandırılagelmiştir. Bakınız Fatih'ten sonraki padişahların çevrelerinde Evliya diye bulundurdukları zatlara hepsi de rüya ya da ilham gibi bir takım uydurmalara ve dinimizle maneviyatla alakası ilgisi olmayan büyücülük denilebilecek yöntemler ile kendi Evliyalıklarını ispat eden sözde hocalar var olagelmiştir.
Ehli Beyt inancından ve anlayışından uzaklaşan Osmanlı Devleti ise zaman zaman toprakları büyüyor gibi görünmesine rağmen aslında hiç toprak büyütememiştir. Sadece İngiliz'in tasarrufuna giren topraklar sanki Osmanlı'nın olmuş gibi gösterilerek, Türk Milleti'nin algısı ile oynanagelmiştir. Türk'ler yalnızca bu savaşları verdikleri ve İngilizlere biat etmeyen Devlet ya da Milletlerle savaşıp, onları yenerek İngiliz'e biat etmelerini sağlamanın maddi manevi ödülünü almışlardır aslında. Nitekim toprak kayıplarının nasıl yaşandığı dikkatle izlendiğinde aslında İngilizler yararına savaştığımız ve aslında kendi tasarrufumuza alıyoruz diyerek kendimizi kandırdığımız coğrafyalara, emperyalizmi elimizle yerleştirdiğimiz açıkça ortadadır. Düşünün Arap Yarımadası'nın Osmanlı'dan koparılışının arkasında İngilizlerin olduğunu ve Arapları Türk'lere karşı kışkırtarak ayrıca Osmanlı Devleti'nin eliyle atadığı Şerif Hüseyin gibi yöneticileri de kullanarak o coğrafyada Vehhabilik mezhebi gibi İslamla alakası bile olmayan bir sözde mezhep ihtas etmek suretiyle, o coğrafyadaki Türk varlığının tamamen sonlandığını hepimiz pekala bilmekteyiz. Pekala madem Yavuz Sultan Selim bu toprakları Türk'ler adına gidip fethetmişti madem, nasıl oluyor da İngiliz bizim tasarrufumuzdaki topraklarda bizden daha etkili olabiliyordu sizce? Sizce halen o coğrafyayı yönettiği ve bizden daha etkin oldukları bilinen İngilizler kimin eliyle o coğrafyada o kadar güçlü hale gelmiş ya da getirilmiş olabilir? Demem o ki aslında gerçek zannetiğimiz şeyler, bize hep gerçe(miş) gibi gösterilen algı oyunları imiş. Hakikatte Nakşibendi Şeyhlerinin ağzı ile Türk Milletini cihada götürdüğünü zannettiğimiz Padişahların bazıları, bilerek ya da bilmeyerek İngiliz adına savaştırmış bizleri ama bilememişiz.
Her neyse Osmanlı'nın son dönemleri Saray ve çevresindeki hokkabazlıklar, soytarılıklar gün geçtikçe artmış. Saray'a oğlancılık dahil pek çok pislik sirayet etmiş, maalesef kabul etsekte, etmek istemesekte Osman'lının son dönemlerinde Saray; afedersiniz ama adeta bir pislik ve günah yuvasına döndürülmüş. Düşünsenize Padişahın emri ile Padişahın çocukları ya da kardeşlerinin katledilebildiği, haremlerin, keyif odalarının kurulduğu, içkinin adeta su gibi tüketilirken her geceye ayrı eğlence ve cümbüşün tertip edildiği, sükse ve gösterişin, görgüsüzlüğün zirve yaptığı mekanlar haline gelmiş. Netice Fatih Sultan Mehmet gibi Padişahların yetiştiği Osmanlı hanesinden Vahdettin gibi son derece edilgen, iradesi kendisinde olmayan padişahlar türemeye başlamış. Elbette ki Osmanlı bu yaptığının yani Ehli Beyt'e sırt döndüğünün bedelini çok ağır ödemiş ve bu topraklarda istenmeyen adamlar haline gelmişler malumunuz. Ehli Beytin yolunu tercih eden Gazi Musafa Kemal Atatürk, Ehli Beyt İmamlarından Nevşehir'in Hacı Bektaş İlçesinde ikamet eden Bektaşi Postnişini Cemalleddin Çelebi Hazretlerinin evinde Kurtuluş Mücadelesini verdikten sonra Cumhuriyeti kurma kararı almıştır ve en önemli desteği de Atatürk'e yine Ehli Beyt sevdalıları vermiştir. Nitekim kurtuluş mücadelesinin sonunda Cumhuriyet kurulmuş ve Cemaleddin Çelebi de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisine Nevşehir Milletvekili olarak katılmıştır. Cemaleddin Çelebi gibi daha pek çok Ehli beyt aşığının Atatürk'e destek verdiği ve birlikte Cumhuriyeti kurdukları da bilinmektedir. Yani Osmanlı'nın yıkılışına Padişahların kendilerine olan kötü tavırları ve umursamaz tutumları sebebiyle engel olamayan Ehli Beyt imamları, bu sefer Mustafa Kemal Atatürk'e omuz vermek suretiyle bu coğrafyadan İslam'ın ve Türk'lüğün varlığının silinmesine engel olmuşlardır. Yani demem o ki; Nasıl ki dünya coğrafyasının cenneti diye tarif ettiğim Anadolu coğrafyasının Türklere açılmasına vesile olduysa Ehli Beyt anlayışı ve Ehli Beyt İmamları, Selçuklu Devletinin ve Osmanlı Devletinin kurulmasına da vesile olmuşlardır. Yine Fetret Devrine giren Türk'lerin Fetret devrinden çıkışı, halen Bursa'da meftun bulunan Emir Sultan Hazretlerinin eliyle olduğu gibi İstanbul'un Fethine hazırlık Hacı Bayramı Veli döneminde olmuştur. İstanbul'un kapılarını Türk'lere açan da yine Ehli Beyt anlayışının bir ürünü olan Hacı Bayram talebesi Akşemseddin olmuştur. Ehli Beyte sırt dönerek Arap hayranı Nakşibendi Şeyhlerine tabi olan ve Arapçı bir anlayışa bürünen Osmanlı'nın kaçınılmaz sonunun gelmesinin ardından da yine Ehli Beyt bu Millete sahip çıkmış ve Gazi Mustafa Kemal'in şahsında sahip çıktığı bu Milletin kurulan Cumhuriyet şemsiyesi altında birlik ve huzur içinde yaşamasını sağlamaya çalışmışlardır. Yani Atatürk'ün kendisi de bir Ehli beyt aşığı olduğuna ve bunu defalarca ikrar ettiğine göre; Cumhuriyeti kuranlar yine Ehli Beyt sevdalıları idi diyebiliriz rahatlıkla.
Türk Milletinin Ehli Beyt ile olan muhabbetinin tarihsel seyrini ancak bu kadar kısa özetleyebilrdim sizlere bu yüzden yazımın uzunluğu için özür dilerim. Türk'ler Ehli Beyt eliyle İslamla şereflenmiş ne zaman Ehli Beytin eline yapıştı ise yücelmiş ve ilerlemiş ne vakitte Ehli Beyt'e sırtını dönüp zevke sefaya dalmışsa gerilemiş yok olma noktasına gelmiş bir millettir. Ehli Beyt ise hiç bir zaman biz Ehli Beytiz dememiştir. Türklere sık sık kız verip Türk'lerden kız alan Ehli beyt efendilerimiz her zaman gururla biz Türk'üz diye gelmişler ve kendilerini Türk olarak vasıflandıragelmişlerdir. Bazı tarihçiler Anadolu coğrafyasında Urfa yöresinde yaşadığı bilinen Hz. İbrahim'in Türk olduğunu dolayısıyla O'nun oğullarından Hz. İsmail oğullarından olduğu bilinen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in ve dolayısıyla İmam Ali Efendimizin de aslında TÜRK Olduğunu söyleyegelse ve mantıklı gelse de Peygamberimizin ve Ehli Beytin Türk olduğundan ben şahsen emin değilim.En azından bu iddiayı dillendirebilecek kadar bilgili değilim. Ama bunun da ciddi bir olsaılık olduğunu tam da bu noktada belirtmem gerektiğini düşünüyorum. Türk olup olmadıklarına kesin emin olmamakla birlikte, Ehli Beyt efendilerimizin tarih boyu kendilerini Türk olarak vasıflandırdıkları ve Türk ile akraba olmak için kız alıp verdikleri de bir hakikattir. Nitekim Osman Gazi'ye kızını veren Şeyh Edabalı'da malumunuz olduğu üzere hem Ehli Beyt sevdalısı bir ulu kişidir hem de kendisi Peygamberimizin soyundan gelmekte olup Seyyid olarak bilinmektedir. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Türk'ler tanıştıkları andan itibaren Ehli Beyt ile bir olmuştur ve Ehli Beyt gibi inanıp Ehli Beyt gibi yaşayagelmişlerdir. Asla Arapların yaşadığı gibi bir İslamı kabul etmemişler ve Arapların cahiliye adetlerini sünnet diye de benimsememişlerdir din diye de benimsememişlerdir. Bu yüzden de yeryüzünün en seçkin Milleti olagelmişlerdir. Dilerim ki; kıyamet kopuncaya değin de Ehli Beyt in gösterdiği aydınlık yoldan ilerlemeye devam edecek ve Ehi Beyti baştacı edecektir diyorum vesselam.
Editör Notu: Yazının manşet resminde kullanılan resim Atatürk ile Bektaşi Postnişini Cemaleddin Çelebi'nin Sivas Kongresi öncesi, Hacıbektaş dergahında kahve içerken ki temsili resmidir.
höst sana ne oluyor neyinden rahatsız oldun yorumun.ehli sünnet dediğin her neyse ona küfür edildiğini de nereden çıkardın anlamadım. ne bu yazıda nede benim yorumum da kimseye küfür hakaret yada iftira yok. kabul etsenizde etmesenizde tarihi hakikatler ortada. atarürkün kahve içerken nakşi şeyhi ile fotoğrafı yok diye mi çatır çatır çatlıyorsunuz yoksa?
çok bilgili ayrıca müthiş donanımlı bir insansın nurullah bey kardeşim samimi söylüyorum senden çok şey öğrendik uşaklilar olarak.bu yazıda tarihe çok açık ışık tutuyor. trih boyu hem ehli beyt ile emevi anlayışı içine gizlenip orada bir olmuş olan küfür savaş etmiş aslında ve tarih hep bu savaş etrafında şekillenmiş bu ve önceki yazılar ve konuşmalarınızın bütününden ben bunu çıkarttim em azından. hela saba diyor saygılar yolluyorum.
kara peçeli beynindeki kara peçeni aç da aklın karanlıktan kurtulsun bu kadar hikayeyi birden mi uydurdun yoksa baya bi düşündünmü hangi anadolu beyliği osmanlı beyliğine biat etmiş karamanoğullarıyla mücadelesini okumadınmı hiç tarih kitaplarından ehli sünnete küfür etmek ne kadarda hoşunuza gidiyormuş bütün ehli sünet gerici yobaz size göre
yazı son derece özel bir yazı olmuş yine nurullah bey.selçuklu devleti sultanı rükneddin kılıçarslan baba merendi isimli nakşi şeyhine mürid olunca selçuklunun yıkılması kaçınılmaz olmuştu. bunun üzerine mevlana hazretleri dönemin en küçük beyliği olan osmanlı beyliğini işaret etti, osman gaziye icazet vererek. şeyh edebalının kızını vermesiyle meşruiyeti ilan edilmiş olan osman gaziye ehlibeytin işaretini gören bütün büyük beylikler sırasıyla osmanlı beyliğine bağlılıklarını ilan etmişler ve anadoludaki türk birliğini sağlamışlardır. mustafa kemal atatürk'ün dönemi de bu döneme çok benzer vahdettinin arap aşığı nakşibendi şeyhlerinin elinde oyuncak olmasıyla birlikte osmanlının çöküşüde tıpkı selçuklular gibi kaçınılmaz oldu. mustafa kemal sivas şehrine giremedi ve bunun üzerine ona bektaşi postinişini çelebi cemaleddin destek verdi. çelebi cemaleddinin işareti ile ehlibeyt yolunun yolcularının tamamı mustafa kemalin arkasına geçti. böylece sivas kongresi toplandı.ilavem olsun istedim
Eğer Atatürk bir ingiliz uşağı nakşi olsaydı, şimdi yobozlar ona peygamber diye tapınırlardı. İslamda mezhep diye bir şey yok. Söyleyin o zaman efendimiz hangi meseptendir? Gerçek ilan Allah, kuran, paygamber ve pak ehlibeytidir. Gerisi insanları koyunlaştıran hurefelerdir. ister kendine sünni de, ister şii ehlibeyt sevgin yoksa müslüman bile değilsin. Vesselam.