Köylü Ölmüş; Şimdi Buyrun Abdestsiz Cenaze Namazına!
Bayram Onlar için alalede günden çok farklı bir gün olmazdı kanımca, zira ne zaman varsak muhakkak bir işin başında görürdük ve öptüğümüz nasırlı ellerinde, o anda hangi işin başında ise o işle ilgili bir koku olurdu. Tezekte koksa, toprakta koksa,hayvan da koksa, ayran da koksa çok güzel kokardı elleri. Alışık olmadığımız bir koku olduğundan mıdır? Bilmem, ama huzur verirdi o elleri öpmek. Çünkü ikiyüzlü değillerdi içtendiler samimi idiler, kızmışlarsa geciktiğin için daha görür görmez hissettirirlerdi önce, ama ellerini uzattılar mı iş tamam demektir; bütün kırgınlıklarının, kızgınlıklarının gitmesi, size bir laf sokmaları ve sizin mahçup bir hal almanız ile beraber biterdi. Yani küslük nedir bilmezlerdi adeta bizim köylüler. Dedelerimizin hacı arkadaşları ve size anlatacakları bol bol hac anıları vardı, ninemizin şikayeti köyün işinin bitmemesinden yana idi. Sürekli dert yanar dururdu, "şeherde yaşamaya ne var" derdi, ekmek elden su gölden. Gerçekten de şeherde ekmek elden su göldendi. Köylülerimiz, ısırdığında suyunu duvara sıçrattığın için annenden sürekli azar yiyeceğin kadar kaliteli domatesi, kaynattığında kaymağı tencerenin boyu kadar yükselen mis kokulu sütü, onlar üretiyordu, Onlar üretiyordu, ağzımıza attığımızda daha dişlemeden adeta eriyen mis gibi kuzu etini, onlar dikiyor onlar koruyordu, zirvelerdeki pınarları besleyen karın, yağmurun yağma sebebi olan ormanları, onlar yetiştiriyordu kitaplığımıza tahta olup canlısı ile hizmetimize koştuğu yetmezmiş gibi ölüsüyle de bize hizmet eden çamı, çınarı, cevizi, onlar vurup gelirlerdi korudukları ormanın hediyesi olan bıldırcını, kekliği, tavşanı ve onlar üretiyordu ekmeğimize un olan buğdayı yine onlar öğütüyordu. Ekmek elden su göldendi anlayacağınız. Ama aslında elimiz günümüz de elimiz gölümüzde köylülerimizdi bilmedik.
Şimdiler de çocuklarımızı götüreceğimiz bir köyümüz kalmadı farkında mısınız? Köy yerinde duruyor durmasına da içinde köylü yok. Terkedilmiş viraneye dönmüş, kapılarına koca koca kilitler vurulmuş bağrında binlerce hatıra barındıran ama içerisinde hayat olmayan evler var sadece. Ne sizi yoldan geçerken çevirecek "bir lokma yedirmeden bırakmam, bir tas ayran içmeden salmam" diyecek köylüler var köy yollarındaki bahçelerde tarlalarda, ne de size "hoşgeldiniz"diyen tanıdık tanımadık simalar var artık köylerde. Çocuklarımızı elinden tutup ananadı, tırmığı, dirgeni bilemedi diye dalga geçecek, lastik pabuçlu ama içten samimi köylü çocukları yok şimdi köylerde. "Madem geldiniz bi çay demleyem de hal yarenliği edelim" deyip nasihat veren büyükler çoktan ölmüşler, mezarları bile kendileri gibi dimdik. Karşıdan bakınca mezardan ziyade bir dağı andırıyor ama yoklar işte kendileri hepsi Hakk'a göçmüşler, demek ki dünyanın artık yaşanası olmayacağını bizden önce farketmişler. Şeherden çikolata getirmiştir umudu ile burnunu çekerek yanımıza gelen yüzü güneş yanığı ve temre dolu ama içten çocuklar ellerimize sarılmıyor şimdi köylerde. Dünyanın gamından debdebesinden bihaber yavuklusunu mal dağında görebilme umudu ile sırtına tüfeği vurup bir de ıslık tutturup ava giderken rastlaştığınız, sadece "selamun aleyküm" dediğinde size gerçekten de "benden zarar görmezsin, hatta bi ihtiyacınız varsa söyleyin" dediğini hissettiren kara yağız mert delikanlılar yok şimdi köylerde.
Peki nerede bu gençler? nerede bu köylü? Onlar şimdilerde mecburen şeherli olabilme yolunda çoktan şehire göçmüşler ve ikiyüzlülüğe ayak uydurup, asgari ücretle bir fabrikada iş bulup, ekmek elden su gölden yaşayabilme derdinde. Şimdi onların garnını yarsan kırk tane yeni sene çıkmıyor, "harmanda hallolur Allahın izni ile" de demiyorlar, ümitleri yok, mutsuz ve huzursuzlar. Aslında bir çoğu gerçek sahibi oldukları bu şehre ya da bu memlekete ait hissetmiyor kendini ama çaresizler, şehirde yaşamaya adeta mecbur edilmişler. Neden mi? Mecbur edilmişler dedim.
Çünkü başka devletler köylüsüne destek olmuş mazotu nerede ise bedava vermiş, bizim devlet onlardan "Özel Gider, Özel İletişim, Özel bilmem ne vergisi" istemiş, hatta haberleri bile olmadan almış. Başka Devletler köylüsüne teknoloji üretip nerede ise bedava vermiş, Bizim Devlet bırakın teknolojik zirai aletleri; biçerdöveri, bir traktör almak isteyen köylüsünün başını bankalara tutuvermiş. Başka devletler köylüsünün ürettiği mala dışarıdan girme izni vermemiş, bizim devletin başındakiler işi ticarete döküp, köylü ile adeta rekabet içine girmiş ve mısırdan, buğdaya kadar her şeyi köylünün mal edebildiği fiyatın da altına piyasamıza sürmüş. Başka devletler, hayvan üreten köylüsünü teşvik etmiş bedava damızlık vermiş, alım garantisi vermiş, ölen hayvanının bedelini ödemiş, bizim devlet ölüsünü kayıttan düşürmek için bile para istemiş. Başka devletler orman köylüsüne ormanı koruyorlar diye ormanda bir şekilde iş vermiş köylüsünü geçindirmiş, bizim devlet ormanlarımızı ya madenciye peşkeş çekmiş, ya turizmciye, elde kalanı ise teröristler yakmış devlet seyretmiş. Hülasa edersek köylümüz siyasilerle olan savaşını kaybedince yenik askerler gibi şehrin esaretine düçar olmuş. Şehir zindanında, kuş cıvıltıları ile değil, araba gürültüleri ile uyandığı, tertemiz hava yerine eksoz kokusunu soluduğu, ne idiğünü bilmediğimiz etleri ayda yılda bir sofrasına koyduğu, şeher zindanında yüzlerine maske takmış onca insanın arasında yaşama savaşı veriyor.
Bir an düşünün, dört mevsimi yaşayan, güneş görmediği gün olmayan, rüzgarın en çok estiği yağmurun kararınca yağdığı, Akdenizinde; ananasın muzun, portakalın, Karadenizinde; tütünün, fındığın çayın, Doğu ve İç Anadolusunda; kayısının, patatesin, arpanın, buğdayın, Marmarasında; şeftalinin, mısırın, pirincin, Egesinde; zeytinin, üzümün, incirin vesaire ne kadar nebatat ve hububat varsa kralının yetiştiği, her yerinde akar sular olan üç tarafı denizle çevrili Anadolu coğrafyası ve bu aslında çok çalışkan, dürüst, saf temiz ve civanmert Türk köylüsü, Türk çiftçisi başka bir dünya devletinin eline geçse idi, acaba o devlet nasıl bir devlet olurdu? Yemin ederim ki dünyaya her alanda kafa tutan, gıda ve tarım ürünlerinin tamamının adeta tekeli haline gelmiş, bütün mamullerin fiyatını kendisi belirleyen bir ülke olurdu. Ama malesef biz ve köylümüz ellerimizle seçtiğimiz, basiretsiz, beceriksiz, tembel, söylemleri hamasetten öte geçmeyen, boş birikimsiz, Amerikanın İngilizin desteğini alarak iktidar olan ya da aynı yöntemlerle iktidarı mevcudun elinden almaya çalışan politikacılarımız yüzünden hep beraber köylümüzü öldürdük. Başımız sağolsun, şimdi kimse ardına binlerce koruma ve yüzlerce kamera takmadan buyursun abdestsiz cenaze namazına....
kardeşim ağzına yüreğine sağlık güzel olmuş hani köylü milletin efendisi idi
önceki yazılarına inat güzel yazı yazmışsın..biz böylre yazılar ve muhalefet bekliyoz...chp ve mhp köşklerinde oturacaklarına köylere gitsin..sadece şehir sokalarında bağırmayla çağırmayla olmaz buişler.
güzel bir yazı kaleme almışsın. biz yaşamışlar köylüleri olarak 17 ağustos günü bir nebze köy özlemini dindirmek ve yıllardır bir birimizi göremediğimiz dost ve akrabalarımızla bir arada olmak adına dayanışma ve kaynaşma günü yaptık. bu güzel günümüzde ilin yerel yöneticileride bizleri yalnız bırakmadı.ve devamında da köyümüzü güzelleştirmek daha iyi bir yaşanılır yer yapmak adına dernek kurmak için start verdik. darısı köy özlemi çekenlerin başına..........
başlangıcı biraz banal gibi gelse de ortalarına doğru heyecanlandıran ve sonunda evet budur dedirten enfes bir yazı kaleme almışsınız. özellikle son paragraf süper üstü. gerçekten de bu köylü başka bir devletin yöneticilerinin eline geçse neler olurdu. o ülkenin köylerinde üretilen tarım ürünlerinin işlenmesi sofraya hazır hale getirlmesi yada endüstrisi ile de şehirlerinde yaşayan karnını doyurdu. yani böyle bir ülkede böyle çalışkan bir millet ile sadece tarım işi ve mahsulün mamule dönüştürülmesi işi ile iştigal edilse o ülke dünyanın en zengin ülkesi olurdu. ama biz tarım ülkesi iken tarımı iflas edilen ülke haline getirildik. aydın bir yazarsınız vesselam.ama adres göstermemişsiniz müsadenizle ben göstereyim prof. dr. haydar baş ve kadrosu.
çok şükür köylüyüm dedirten süper bir yazı sağolasın kardeşim. kırk yıldır adam gibi devlet idarecisi gelmedi bizim başımıza. bizden olan bizi anlayan kimse gelmedi ne yazık ki. kalemine yüreğine sağlık.
o satılan madenlerin genişleme çalışmaları yüzündende köyler boşalıyor ve insanlar topraklarını terkediyor eşmede olduğu gibi
köye gittiğimizde bizi köy girişinde karşılayan ve arabanın ardinca havlayan köpekler de yok şimdi. onlarda şehre inmiş. Bir ufak katkı snayım istedim.çok dokunakli okunduğunda insani alıp giden bir yazı olmuş yazarı tebrik ederim.
valla yazi super otesi ulusal gazetelerde ve medyada bile rastlayamayacagimiz bir uslup ve icerik...tabi ovmek icin degil isin realitesi.ama ac tavuk kendini bugday ambarinda sanar iste bu millet kendini simdi boyle goruyor.bu lamba beyni enerjisi disaridan geldigi icin kendi beynimizi enerjimizi kullanmiyoruz ama yakindir patlamasi.