Şehirler su kenarlarında kurulmuş, su için savaşlar yapılmış, politikalar güdülmüş ve savaş stratejileri hazırlanmıştır. Ayrıca; su, bütün dinlerde kutsal sayılmıştır.
Müslüman devletlerinde ise su, gerek İslamiyet’in suya verdiği önemden ve Hz. Peygamber Efendimiz ’in (s.a.v) sünnetinde suyun önemini ifade eden anlatımı yine Resulullah (sav) Efendimiz ’in su içtikten sonra etmiş olduğu duaları ( Rahmetiyle suyu tatlı olarak yaratan, acı ve tuzlu yaratmayan Allah’a hamd olsun…) suyu yüksek değerleriyle yaşayan bir hayat tarzı haline getirmiştir.
Bu hayat tarzı İslam devletlerinde, çeşmeler, sebiller, su kuyuları yani suyla ilgili diğer dini kaynaklı vakıflarla dışa vurulmuştur.
Osmanlı devletinde temizlik ve su içme amacıyla yapılan çeşmeler kent mekanının estetiğine katkıda bulunan çarpıcı odak noktaları olmuştur. O dönemler de bütün evlere şimdi ki gibi borularla su getirme imkânı olmadığından ve ancak; Saraylar, Hamamlar, Şadırvanlar, Camiler, Sebiller ve büyük konaklara Künklerle (Yerin altından veya üstünden geçen suların içinden akması için çimentodan veya pişmiş toprak gibi malzemelerden yapılan boru) su getirildiği için halk, evlerine lazım olan suyu mahalle çeşmelerinden almıştır. Bu bakımdan mahalle çeşmeleri Osmanlı Devleti döneminde önemli birer mimari unsur olarak yer almıştır.
Osmanlı döneminde çeşmelerden evlere saka adı verilen kimseler su taşırdı. Sakalar suyu taşımak için yayık şeklinde deriden yapılmış kırbalara (Sakaların içinde su taşıdıkları ağzı dar, altı geniş, deriden yapılmış kap) su doldurup omuzlarında taşırlardı. Savaş zamanlarında veya göç zamanı olduğunda yabancı bir adamın eve alınmama geleneği olduğu için her evin önünde ‘’saka çukuru’’ denilen taştan yapılmış küçük bir Teknecik bulunurdu. Sakalar getirdikleri suyu evin içine girmeksizin bu tekneye boşaltırlar ve suyun tekneye bağlı bulunan bir borudan avluda ki küplere doldurulması sağlanırdı.
Sakalar her çeşmeden su alamayıp kendilerine mahsus olanlardan suyu temin edebilirlerdi. Yine bu çeşmelere ‘’Gerekli Saka Çeşmesi’’ adı verilirdi.
Osmanlı Devletinde bu kadar çok çeşme ve sebil geleneğine sahip çıkılması ve bu tür yapılara ağırlık verilmesinde kanaatimce dinimizin de çok büyük etkisi olmuştur.
Yani İslam inancımıza göre öldükten sonra amel defterimizin kapanmasına rağmen bu hususta üç müstesna duruma yer verilmiştir. Bu üç husus, Sadaka-ı Cariye, faydalı ilim ve kendisine dua eden Salih evlat’ tır. Bildirilen bu üç amelden Sadaka-ı Cariye devam eden hasenat demektir. Yani Sadaka-ı Cariyeyi açıklayacak olursak, Cami, Vakıf, Su Kuyuları, Çeşme, Okul, Yol Yapmak, Ağaç Dikmek gibi insanlara faydası olan her şey demektir.
Kanaatimce, bir canlının su ihtiyacını karşılamanın büyük sevaplarla ödüllendirileceğine dair pek çok rivayetin nakledilmiş olması bizleri devam eden hasenat ve bu rivayetlerde haber verilen mükâfatlara nail olmak amacıyla çeşme ve sebil yapılarına yönlendirmiştir.
Bilinen tarihi 600 yıllık bir geçmişe dayalı olan şehrimiz, tarih boyunca Hititler ’den Friglere, Lidyalılardan Bizanslara, Selçuklulara, Germiyanoğluları Beyliği ve Osmanlıdan günümüze kadar pek çok kültüre ev sahipliği yapan Uşak’ta önemli mimari eserlerle donatılmıştır. Bu eserlerden çeşme ve sebillere ise nerdeyse tüm sokak başlarında denk gelmekteyiz. Bu yapıları sıralayacak olursak; Ali Ağa Çeşmesi, Aslan Çeşmesi, Babür Sokak Çeşmesi (İlyas Hoca Çeşmesi), Boyalı (Boya Sokak) Çeşmesi, Celep Çeşmesi, Cimcim Çeşmesi, Çapa Sokak Çeşmesi, Deveci Çeşmesi, Emir Hasan Çeşmesi, Ercebucak (Eyricebucak) Çeşmesi, Gediz Uluyolu Çeşmesi, Güneş Sokak Çeşmesi, Hacı Kadir (Uğrak Sokak ) Çeşmesi, Hacı Veli Çeşmesi, Hebil Çeşmesi, Işık Sokak Çeşmesi, Koca Çeşme, Paşa Çeşmesi, Savak Çeşmesi, Sofular (Çingeli) Çeşmesi, Sünnetçi Çeşmesi, Vidinli Sokak Çeşmesi, Ağa Çeşmesi, Akçeşme, Ala Çeşmesi, Aslanlı Çeşme, Aşağı Çeşme, Çamaşırhane Çeşmesi, Çift Oluklu Çeşme, Demirli Çeşmesi, Gökpınar Çeşmesi, Kayaağıl Çeşmesi, Keşkek Çeşmesi, Koca (Kırkar) Çeşmesi, Mezar Çeşmesi, Çobanoğlu Çeşmesi.
Bu çeşmelerden merkezde bulunan en gözde ve ihtişamlı olan Cimcim Çeşmesi’nin özelliklerine değinelim. Bir meydan çeşmesi olarak inşa edilen yapı, iki cephelidir. Eser ilk yerindeyken büyük Yunan yangınında yanmış, daha sonra Zeybli Köseoğlu İsmail tarafından tekrar düzenlenmiştir. Hacı Remzi Efendi tarafından nâzımının yazıldığı kitabeleri şu şekildedir:
Şuan ki bulunduğu yere 1995 yılı, kış mevsimi sonunda taşınıp, yeniden inşa edilen eserin iki cephesi, asıl şekline uygun olarak yerleştirilmeye çalışılmıştır. Diğer cepheler kesme taş ile yapılmıştır. Suyun akışını kontrol edebilmek için doğu cephesine bir giriş konulmuştur. Üst örtüsü cephelere uygun olarak, kırma çatı şeklinde yapılmış ve Marsilya kiremitle örtülmüştür.
Çeşmenin bezemeli olan batı ve güney cepheleri birbirinin aynısıdır. Bu cephelerin önündeki yalağın iki tarafında mermer kaplamalı bir yükseklik bulunmaktadır. Bu yüksekliklerin iki tarafında ve gerisinde, cephelerin köşelerini oluşturan yüksek üç bölümlü kaidelerden sonra mermerden yapılmış yivli gövdelere sahip plasterler yer almaktadır. Bunun yukarısında ise ante başlıklar kullanılmıştır. Kemerin konsol şeklindeki kilit taşında yaprak motiflerine yer verilmiştir. Basık kemerin köşelerinde birer ay-yıldız motifi kabartma olarak işlenmiştir. Yuvarlak kemerli nişin alt kısmındaki ayna taşında (Üzerinde lüle ya da musluk takılmak üzere bir ya da birkaç delik açılmış olan taş yada mermerden yapılmış olan levha )yaprak motifleri yer almaktadır. Nişin üst bölümündeki kitabenin yüzeyi barok etkili ve ovaldir. Ovalin alt kısmında ise bir yaprak motifine yer verilmiştir. Bu motiflerin yan bölümleri üzerinde bulunan volümlerden başlayan yarım kenger yaprakları, kitabe yüzeyinin alt kısımlarını sınırlandırmaktadır. Niş kemerinin üstünde ise yanlara doğru sarkan, plastik etkili, kıvrık dallı bitkisel bezeme bulunmaktadır. Sonuç itibariyle eser, 19. Yüzyıl Batılılaşma Dönemi Osmanlı Mimarisinin karakteristik özelliğini taşıyan en tipik örnektir.
Haber: Selver Pınar Peker
teşekkürler çok iyi bir konuyu yazmışsınız. bizde bilgi sahibi olduk.