* LÜMPEN BURJUVAZİ
* ÖNGÖRÜLMÜŞ TEPKİSİZLİK
Nedir bu lümpen burjuvazi?
Kim/kimler?
Ne yapıyorlar?
Hep vardılar,
Nerede ararsan oradaydılar,
Sen farkında bile değildin üstelik.
"Sana ne kardeşim, kimse kim, neyse ne?
Üzerine vazife mi?"
Diyenleri duyar gibiyim.
Her şeyi öğrenebilirim belki,
Ancak, "BANA NE" demeyi, TEPKİSİZ kalmayı öğrenemedim.
Görürsün, duyarsın, hissedersin,
Vicdanın ve doğru atan bir de yüreğin varsa
Tepkisiz kalamazsın...
Tasarlanmış verimsizliğe, öngörülmüş tepkisizlik de eklenince bakın neler oluyor.
Yaşanmış bir örnekle başlayalım öyleyse.
Ünlü virtüoz piyanonun başına oturmuş ve salonu dolduran seyircilerin önünde, konserine başlamıştı. Ancak, tuşlara basıp çalıyor görünmesine rağmen, telleri inceden sıkılmış olan piyanodan hiçbir ses çıkmıyordu!
Dinleyiciler, birbirine göz ucuyla bakarak ne yapmaları gerektiğini düşünüyorlar, fakat nedense tepki göstermiyorlardı.
İki saat süren sessiz konserden sonra, piyanist oturdugu yerden kalkarak, büyük bir ciddiyetle onları selamladı.
Salon sürekli alkış sesleriyle çınlıyordu.
İngiltere' de yaşanan bu olaydan sonra, kendisiyle yapılan röportajda,
- Neden böyle bir şeye gereksinim duydunuz? Sorusuna cevap veren piyanist:
- İnsanlardaki tepkisizliğin nereye kadar varacağını öğrenmek istedim diyordu…
- Meğer sınırı yokmuş...
...
Şimdi gelelim konumuza:
Nedir bu lümpen burjuvazi?
Kim/kimler?
Ne yapıyorlar?
Yöneten sınıfın, eğitim yoluyla sistematik bir şekilde yetiştirdiği ve topluma saldığı kişiliksiz, ideolojisiz, sınıfsız, düşüncesiz yeraltı insanlarıdır. Böcek desen böcektir, kusmuk desen kusmuktur. Hangi makamda ve eğitimde olurlarsa olsunlar kişilik yapılarında ki feodal köylülük davranışlarına ve sözlerine yansımaktadır.
Lumpen burjuva, toplumun başına beladır; desteklediği parti yönetime gelirse, yağma, çalma, tehdit, şantaj, soygun gibi şeyleri yapmak için yönetsel zemin bulur. Zamanla eğer mutlak iktidara kavuşursa, yasaları, mahkemeleri, yürütmenin bütün unsurlarını keyfi olarak değiştirmeyi planlar,
Lumpen burjuvanın devlet ideali kleptokrasiden beslenir; bilir ki, o düzende hırsızlar, yağmacılar, katiller ve yardakçılar sorgulanamaz. Yasama, yürütme ve yargı konusunda işler arapsaçıdır; “yasalar önünde eşitlik” düşünülemeyecek bir ilkedir. Toplumda üretip, tüketmek ve ibadet etmek dışında onaylanan herhangi bir eylem olamaz. Sanat zevki kaybolmuş, zevkler yeme içmeye göre tanımlanmış ve her şey erkek yaşamına göre kurgulanmıştır.
Okumak, öğrenmek, yenilenip, kendini geliştirebilmek için hiçbir çaba sarfetmeyen, hatta okumayı zul gören, cehaletin açık açık desteklendiği bir vatandaş profili muteber kabul edilir hale gelmiştir.
İşte tam olarak bunun sonucudur ki, bu pek muteber kişilik; ülkenin hiçbir sorunu ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, okumak, öğrenmek ve kendini geliştirmek gibi bir derdi de olmadığı gibi, sosyal medya lümpenliği ile, filancayı nasıl tıklarım, falancaya nasıl madik atarım, kimin ayağını kaydırırım, kıçımı nasıl daha iyi bir yere/yerlere yerleştiririm, yalakalığımı daha iyi nasıl yaparım fikriyatının hazzı ile hareket etmektedir.
Doğruluk, ahlâk, akıl ve bilim bünyeyi terkederken kişisel menfaatler içeri girmektedir.
Karakter orospuluğu işte tam da bu anda ortaya çıkmaya başlar.
İki fotoğraf görünce ağzının suyuna bez yetişmeyen, partisini devlet, sanıp her yaptığına secde eden bu sosyal gürüha, Aristo'nun, Platon'un bile yapacağı bir şey yoktur.
2020 yılı Türkiye'sinde, vatandaş profilinin geldiği/getirildiği nokta budur.
Türkçe' yi kullanmaktan aciz, kurduğu cümle yapısının aklı ile aynı orantıda olduğu bu alt kültürün, sosyal medya paylaşımlarına beğeni ve yorum yapmak için adeta koşa koşa giden yurdum insanı için,
Mücadele mi etmeliyim?
Tepkisiz mi kalmalıyım?
Kendimdeki bu kararsızlık aslında bir nevi tepkisizlik mi? İnanın bilmiyorum.
Sokrates:
"Eğitim, kıvılcımla ateş yakmaktır, boş bir kabı doldurmak değil." Der.
Şimdi anlıyorum ki; benim tüm yılgınlığım, delik bir kabı doldurmaya çalışmak...
Yanan, tükenen sadece benim...
Kendimi geçtim,
Üzüldüğüm tek nokta; Göz bebeğimiz, binbir emekle büyütmeye çalıştığımız, üzerine titrediğimiz çocuklarımızın ve gençlerimizin, sistematik bir şekilde yok edilen, uçup giden umutları ve geleceğidir.
Öyle bir yerdeyiz ki;
Cumhuriyeti, Atamızdan aldığımız gibi çocuklarımıza veremedik.
Af dileme hakkımız var mı ki?
Sakın affetme bizi,
Tükür yüzümüze çocuk!
Tükür ki, utancımız daha da canımızı yaksın.
Sonuna kadar hakettik...
Bu utanç bize bir ömür yeter...
İktidarın, size çok bile der gibi reva gördüğü yönetme şekli, anamızın ak sütü gibi fazlasıyla müstehaktır.
Bu noktadan sonra; suçlu tepkisiz kalan bu ulusun her bir bireyidir…
Her toplum lâyık olduğu şekilde yonetilirmiş. Bu kavgadan kaçanların kolaycılıgı.Aydınım diyenin görevi, musalla taşına kadar sürer ve bıraktığı eserleriyle de görevine devam eder. Teşekkürler MD.