Kategoriler

Uşak Haber Merkezi

Halifelik makamının Hanedanlık ve Saltanata dönüşmesi ve Hak sahibi Ehli Beyt İmamlarına zulüm!

Halifelik Makamı ilk üç yazımda anlattığım şekilde, insanlar arasında bir nevi sulandırılarak Allah'ın ve Rasulullah'ın (as) hükmüne rıza göstermeyenlerce hanedanlık ve saltanata dönüştürülmüştür. Hazreti Ali Efendimizin Şehadetinden sonra Ehli Beyt ailesine yapılan zulüm ve İslam dışı bidatlerin İslama sokulması cahiliye adetlerinin sünnet gibi dayatılması vakıası hız kazanmıştır. Sünni tarih kaynaklarına dayanarak kaleme aldığım yazı dizimde hilafet meselesinin tarihi seyrini işlemeye devam edeceğim.

Muaviye ilk üç yazımda anlattığım biçimde Halifelik makamı adını koyduğu saltanatı gasp etmiş ve resmen Müslümanların sırtında krallara bile nasip olmayan şatafat ve lüks içinde bir hayat yaşamıştır. Müslümanların sırtında diyorum çünkü adeta sorma ver parası şeklindeki ağır vergilerle ezdiği Müslümanları cihat adı altında savaşlara gönderen Muaviye savaş ganimetlerine de çöreklenmek suretiyle ciddi bir servetin sahibi olmuştur. Emevi yardakçılarıyla bir kısmını paylaştığı devasa serveti sayesinde Muaviye son derece lüks içinde şatafatlı bir hayat sürmüştür. Muaviyenin Devletin kasasından yaptırdığı Kasrul Beyza adını verdiği sarayının o tarihlerde lüks ve şatafat açısından eşi ve benzerinin olmadığı tarih kitaplarındaki yerini almıştır. Yani döneminin dünyadaki en eşssiz Sarayını Devletin parasıyla yaptıran Muaviye Hazreti Hasan'ın zehirlenerek öldürülmesini sağladıktan sonra da oğlu Yezit'e beat toplama işine girişmiştir. Başta Hazreti Fatıma Annemiz ve İmam Ali Efendimiz olmak üzere Ehli Beyt ailesine Cuma Hutbelerinde küfrettiren Muaviye; müslümanların cuma namazını kıldıktan sonra hutbeyi dinlememeleri üzerine Cuma Hutbesini sünnet ile farzın arasına aldırmıştır. Yani sırf Ehli Beyt ailesine küfredildiğini dinletmek için Hutbenin yerini değiştirip, Peygamber (as) Efendimizin döneminin aksine Namaz sonrasında değil arada hutbeyi irad ettirmeye başlamıştır ki; halen ülkemizde de malesef Muaviye'nin yaptığı değişiklik üzere Cuma Namazları kılınmaktadır. Yani günümüzde de halen aynı adet devam ettirilmekte Cuma Hutbesi Farz ile ilk Sünnetin arasında okutulmaktadır. Çok şükür ki günümüzde Ehli Beyt'e lanet etme ya da hakaret etme adeti sürdürülegelmemektedir.

Muaviye ölür ölmez tahta oturan Yezit, zulmünü artırarak sürdürmüş ve nihayetinde bu zulmü; Kerbela denilen yerde Hakkı ayakta tutmaktan başka hiç bir derdi olmayan İmam Hüseyin ve bütün ailesinin yok edilmesi için gerçekletirilen kuşatma da doruk noktaya çıkartmıştır. Kerbela hadisesini ilgililerin internetten bile rahatlıkla araştırıp öğrenebileceği gerekçesiyle açmıyorum. Lakin Kerbela'da katledilenin zannedildiği gibi yalnızca İmam Hüseyin olmadığının Peygamber torunlarının tamamına yakınının o hadise de katledildiğinin altını çizmeden geçmek istemiyorum.  

İmamet yazı dizimizin ilkinde ifade ettiğimiz gibi İmam Ali Efendimizden İmam Hasan'a İmam Hasan'ın vefatının ardından İmam Hüseyin'e, ardından sırasıyla İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed Bakır, İmam Caferi Sadık, İmam Musa Kazım, İmam Rıza, İmam Taki, İmam Naki, İmam Hasen el Askeri ve İmam Murteza Muhammed Mehdi Efendimiz'e varıncaya değin 12 İmam olarak bilinen İmam Efendilerimize (as) silsile ile geçmiştir. Hepsi de kendi dönemlerinde, Halifelik iddiasındaki kimselerin çeşitli zulümlerine maaruz kalmışlardır. Zira Halifeliğin hakikatte Onların hakkı olduğunu bilen ve fakat buna rağmen Hilafet makamını gasp edenlerin tamamı için kendi dönemlerinde yaşayan İmam en büyük tehdit ve tehlike olagelmiştir. Bu sebeple de hilafet makamının gerçek sahibi olan İmamlar ve taraftarları işgalci ve gaspçıların bir numaralı düşmanları olagelmiştir.

Peki madem meziyet ve fazilet bakımından kendi çağlarında yaşayan insanların en üstünü olan İmam Efendilerimiz nasıl olmuşta bu makamlarda başkalarının oturmalarına müsade etmişler vede Müslümanları Onların yönetmelerine müsade etmişlerdi? Bu sorunun yanıtını bulmak için Allah'ın yeryüzünü ve insanları yaratmaktaki muradının ne olduğu sorusunun yanıtına öncelikle göz atmalıyız. Bildiğiniz üzere Allah'ın yeryüzünü yaratmaktaki muradı; Kuran;'da tasvir edilen Cennetin adeta yalancısını dünyada ortaya koymaktır ve eşrefi mahlukat olarak yarattığı insanın emrine sunmaktır. Elbette ki böylesi bir dünya hayaline mukabil, bu dünyayı yönetebilecek kaabiliyet ve birikimde, fazilet ve meziyette zirve bir insan modeli de vardır ve bu insan Hazreti Mehdi efendimiz (as)'dır. İnsanların şüphesiz en üstünleri vahye muhatap olmuş Peygamberlerdir. Ancak Peygamberlerin; Vahye muhatap kılınması insanlar üzerindeki etkileri bakımından örnek şahsiyetler olabilmeleri bakımından önlerindeki handikaptır. Çünkü insanlar kendilerine Peygamber'ler örnek verildiğinde o bir Peygamber'dir bizden O'nun yaşadığı gibi bir hayat yaşamamız beklenemez ve bizler Onlar gibi olamayız mazereti getirebilecek olmaları sebebiyle de Peygamber olmadığı yani Vahye muhatap olmadığı halde bir Peygamber gibi sarsılmaz imana ve fazilet ve meziyete ayrıca da ilme sahip kimselerin yetişmesi gerekmektedir ki; bunların başı İmam Ali Efendimiz başta olmak üzere İmamlardır. Allahu Teala insanlara peygamberler dışında örnek ve rehberler olsun diyerek İmam Efendilerimizin yetiştirilmelerini sağlamış ve kendilerine İmamet makamını bahşetmiştir. Yani aslında İmamlar insanlara mazeret bırakılmaması için ayrıca örnek alınmaları ve rehberlik etmeleri için varlardır diyebiliriz. Dünya kemal bulacak ne demek dünyanın kemal bulması? Günümüz teknolojisine hatta daha da ötesine ulaşılacak. Siz dünyanın herhangi bir yerinden konuşacaksınız ve dileyen herkes sizi aynı anda duyabilecek, dilediğiniz kişiye dilediğiniz zaman ulaşıp sesli ve görüntülü olarak görüşme imkanını bulacaksınız. İnsanlar topluca belli yaşam merkezlerinde yaşayabildiği gibi, yalnızlığı tercih edenler de dilediği yerde aynı şart ve imkanlara sahip olarak yaşayabilme imkanını bulacaklar. Dünyanın bir ucundan diğer bir ucuna bir gün içinde seyahat etmek mümkün olabilecek. İnsanların barındığı evler, yaz kış aynı sıcaklığa sahip olabildiği gibi geceleri bile gündüz gibi ışıl ışıl olabilecek. Yani güneşin eksikliği geceleri bile hiç değilse aydınlık bakımından hissedilmeyecek. Yer altında ne kadar cevher ve insanlığın yararına maden varsa ortaya çıkartılıp işlenebilecek, fakirlik diye bir şey kalmadığı gibi herkes ortalama bir hayat standartını eşit şekilde yakalayabilecek. İnsanlar hiç çalışmasa bile açlık tehlikesi ile karşı karşıya asla kalmadığı gibi, istediği en leziz yiyecekler kendisine bir tuşa dokunmak kadar yakın olabilecek. Ayrıca insanların tümünün, yeme içme, barınma, eğitim, evlenip yuva kurabilme, tatil yapma, sağlık gibi bütün temel ihtiyaçları Devletlerince garanti altına alınacak, hiç kimsenin gelecek endişesi kalmadığı gibi insanlar imkansızlıklar sebebiyle asla mutsuz olmayacak vs.vs. Dünyanın baş döndüren bu güzelliğe ulaşması hayali Peygamber (ASV)'in 1400 yıl önceki hadisi şeriflerine bakıldığında bariz şekilde ortadadır. Elbette ki bu mükemmel dünya hayali sadece fiziki manada bir hayal değildir. Bilimde en üst noktaya çıkmış, harika bir görselliğe ulaşmış, çevre ve hava kirliliğinin yok edildiği bu dünyaya huzuru verecek inanç biçimi de düşünülmüş ve bu inanç biçiminin adı da İslam olarak konuşmuştur. İnsanların adaletin Devlet eliyle tecelli edeceğinden emin olduğu, bolluğun bereketin, sevginin doyasıya yaşandığı, uyuyanın uykusundan dahi uyandırılmayacak derecede insanların birbirine ve insan haklarına saygılı olduğu, sosyal yaşamda zirve siyasal yaşamda zirve bir dünya hayali. Bununla beraber merhametli, şefkatli, dürüst, idealist, sevgi dolu, mükemmel insanların yaşadığı dinde ve inançta zorlamanın olmadığı pırıl pırıl ışıl ışıl tertemiz bir dünya. Yaya olarak bulunduğu yerden çıkıp bütün dünyayı gezmeye çıksa bir kişi hiç bir kimse tarafından yolunun kesilmeden zarar görmeden gezebileceği bir dünya. İşte dünyanın ve insanların yaradılışındaki asıl maksat ve murat budur ve Ehli Beyt efendilerimiz ve sahabe efendilerimiz Peygamber (as) Efendimizin anlatmaya çalıştığı bu inanılması güç dünyanın ortaya çıkartılabileceğine inanarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Düşünsenize insanların henüz elektiriği bile hayal edemediği bir çağda yaşayan sahabe efendilerimiz, domatesi bile bilmiyorlar henüz üretilmemiş, ama Mekke'de konuşulanı aynı anda dünyanın her yerinde yaşayan insanların duyabileceğine iman etmişler. O günkü şartlarda buna inanmak ne kadar güçtür sizlerde takdir edersiniz. Ama bu gün gelinen nokta da bu mümkün hale geldi ve Peygamberimizin mucizesi Hadisi Şerifler şeklinde anlatılagelmekte bu hadiseler. Peygamber (asv) Efendimizin daha o tarihten günümüze ışık tutan pek çok Hadisi Şerif'i aslında Allah'ın planında olduğu için Rasulullah'ın bildiği ve müjdelediği öngörüleridir ve Ehli Beyt ve İmam Efendilerimiz Allah'ın bu planını bilip iman ettikleri için o plan doğrultusunda bir yaşam felsefesi seçip o plan çerçevesinde bir yaşam biçimi belirlemişlerdir kendilerine. Allah'ın yeryüzünü ve alemleri yaratmakta elbette çok daha başka sebepler ve muratlar da var olabilir. Ancak en bilinen yada bilinmesi gereken muradının bu olduğunu ve bu muradın İmam Mehdi (as) döneminde vuku bulup gerçekleşeceğini daha sonra da kıyametin kopacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. İşte bu hakikatleri bilen ve Hakkın bu muradının gerçekleşmesi için mücadele veren ve gayret sarfeden Ehli beyt efendilerimiz; Tıpkı, anlaşılamadığı için önceden Taif'lilerce taşlanan Rasulullah Efendimiz (asv)'in "Ya Rabbi Sen Onları affet Vallahi bilmiyorlar bilselerdi yapmazlardı diyerek göz yaşı içerisinde kendisini taşlayan Taif'lilerin hidayeti ve affı için dua istemesi gibi İmam Ali ve diğer İmamlar da aynı şekilde insanların affı için dua buyurmuşlardır ve insanlar kendilerini dinlemek istemeyince ya da söyledikleri hakikatlerden huzursuz olunca sükutu seçmişlerdir. Çünkü Onlar zirve noktada haya ve hilm sahibi kimselerdir. Kendilerinin hakkını savunamazlar. İmam Hüseyin'in kıyamında da tamamen halkın hakkını savunmak muradı vardır. Yezidin zulmünden bıkan Binlerce Kufe'linin aman dilemesi ve kurtarılmak üzere beklendiklerini ifade etmeleri üzerine ayrıca Dinin ahkamının ciddi tehdit altına girmesi ve Dini değerlerin neredeyse tamamen halka unutturulmaya yüz tutmuş olması sebebiyle Hazreti Hüseyin kıyama mecbur olmuştur. Yani bir nevi İmam Hüseyin insanların aklını başına getirip, Yezidin nasıl gözünün döndüğünün nasıl bir sapıklığıa düçar olduğunun görünmesi için kendini ve sevdiklerini feda etmek üzere Kerbela'ya yola çıkmıştır. Bu konuyu bir sonraki yazımda az daha detaylı anlatacağım. Netice de İmamların bütün hesapları ve gayretleri Allah'ın muradının tecelli etmesi yönünde ve Allah'ın nurunun tamamlanmasının temin ve tesisine katkı sunabilmek yönünde tecelli etmiştir.

İmamlar Allah'ın yaşanası, lateşbih; yalancı cennetvari bir dünya muradının tecellisinden gayrı hiç bir şeye meyletmeyen kimseler oldukları için her daim yalnızca bu muradın gerçekleşmesi için mücadele vermişler ve meydana gelen olaylardan kaderi ilahiyi sezinlemek suretiyle Allah'ın kendi çağlarındaki muradına uygun hareket ettikleri için Halifelik kavgasını vermeyip kendi etraflarında mükemmel insanların yetişmesine ve dünyayı güzelleştirmeye ve iyiliği doğruluğu yaymaya gayret etmişlerdir. İmam Ali Efendimiz ve O'ndan sonra gelen bütün İmam'lar da asıl murad edilen dünyayı İmam Mehdi Efendimizin yöneteceğini bildiklerinden dolayı İmam Mehdinin zuhuruna zemin hazırlamayı Halifelik kavgası vermeye yeğlemişlerdir. Çok samimi konuşuyorum isteselerdi, her biri ayrı ayrı dünyayı ve insanları kendilerine ram etmeye müktedirdiler ve fakat insanlara kendi meziyetlerini ve faziletlerini anlatma yolunu bile seçmeyip, İslam'ı yaşayarak örnek olmayı yeğlemişlerdir.

12 İmam efendilerimizin tamamının hayatında yukarıda bahsettiklerimi ispat eder nitelikte pek çok örnek vardır. Lakin bir tek örnek ile bu duruma daha açık izah getirmek istiyorum. Harun Reşit'in oğlu Abbasi Halifesi Abdullah Memun, kendi sağlığının İmamı ve gerçek Halifesi olan İmam Rıza Efendimiz (as)'in huzuruna çıktığı bir gün İmam Rıza'ya hitaben; "Ben kendimi halifelikten azlederek hilafeti sana teslim etmek sonra da sana beat etmek istiyorum ne dersin" diye sorunca İmam Rıza Efendimiz Memun'a aynen şu cevabı vermiştir. " Ey Memun Eğer bu hilafet senin hakkınsa ve Allahu Teala Onu sana layık görmüşse (ki bu bahse konu bile değildir) Allah'ın sana giydirdiği hilafet elvisesini çıkartıp başkasına giydirmen caiz olamaz. Ama eğer hilafet senin hakkın değilse kendine ait olmayan bir hakkı bana verme yetkisine de sahip değilsin. Halifelik benim hakkımsa bana ait olanı sen bana nasıl vereceksin." İşte İmam Rıza'nın verdiği bu tarihi yanıt; kendisinin hakkı olmadığı halde halifelik taslayan herkese aslında bir kapak niteliğindedir diyebiliriz. Yani Allah'ın kendilerine verdiği bir hak olan Halifeliği İmam Efendilerimiz asla kimse ile paylaşmadıkları gibi halifelik taslayanlar ile de mücadele vermemeyi ve kendi misyonlarını icra etmeyi yeğlemişler ve aslında halifelik vazifelerini yürütmüşlerdir. Çünkü O'nlar bilmektedirler ki; dünya henüz kendilerinin yönetecekleri kemalata henüz ulaşmamış ve bu kemalata ulaşması İmam Mehdi'nin döneminde vuku bulacaktır ve Mehdi'de Türk'lerin İslam oluşundan çok sonra zuhur edip dünyayı yönetmek üzere Hilafetini ilan edecektir.
Yorumlar

tarafsız 8 Yıl Önce

bu alana yönelik yazılar nedense sol kafaların yazması ilginç sorsak namaz kılmazsınız ama lafa geldimi din alimi hepiniz...bırakın herkes işini yapsın yazdıklarınızın yarısı yanlış insanları yanlış bilgi vermeye çalışmayın.ilahiyat mı bitirdiniz yoksa alimlerin kitaplarını yalayıp yuttunuz bunları yazıyosunuz ...!

taraf oldun şimdi 8 Yıl Önce

dogrusunu sen yazsaydın

Tüm Yorumlar