Türk Ocakları Uşak Şubesi, Eğitim İş Uşak Şubesi ve BARO’nun ortaklaşa düzenlediği “Ermeni Yalanlarına İnanma” konulu panel Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Ermeni Yalanlarına İnanma paneline; Eğitim İş Uşak Şube Başkanı Ercan Uzun, BARO Başkanı Baki Kantar, MHP İlçe Başkanı Muhterem Kuruçay ve vatandaşlar katıldı. Panelin moderatörlüğünü Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Türkmen Töreli yaptı. Panelde konuşmacılar; Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Murat Öntuğ “Osmanlı’da Ermeni Tebası”, Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şadiye Tutsak “ Ermeni Ayaklanmalarının ve İsyanların Sebepleri” ve son olarak da Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Bahadır Bumin Özarslan Soykırım Yalanının Siyasi ve Hukuki Boyutu” adlı sunumlarını gerçekleştirdiler.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan panelin açılış konuşması BARO Başkanı Baki Kantar yaptı. Kantar şunları dile getirdi: “ Milletin kendi geçmişlerini bilmemesi kadar eksik nakıs kalan bir yara olmaması gerekir diye düşünüyorum. Çünkü geleceğin temini ancak geçmişi bilmekle anlamakla bu yoldan geçeceğini düşünüyoruz. Bu sebeple de özellikle güncelliğini hiç kaybetmemiş olan bu Ermeni yalanlarının karşısında acaba o yıllarda ne oldu, neler yaşandı. Alanlarında uzman olan hocalarımız bu konularla ilgili bize bilgiler vereceklerdir.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
OSMANLI DEVLETİ, TEHCİR KANUNUNU ÇIKARMAK ZORUNDA KALDI!
İlk olarak panelde Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Murat Öntuğ “Osmanlı’da Ermeni Tebası” adlı sunumunu gerçekleştirdi. Öntuğ: “20. yüzyılın hemen başında Rum Cemaati M. 1901 (H.1319) tarihinde 232 hânede 1.28728 ve Ermeni Cemaati M.1902 (H.1320)’te 413 hânede 2.51529 ve M.1911’de (H.1329) 2.59130 nüfusa ulaşmıştır. Burada dikkat çeken 16. ve 17. yüzyılda şehirde bulunan Yahudi nüfusun 19. ve 20. yüzyılın başlarında şehirde artık mevcut olmadıklarıdır. Bununla birlikte şehre Yahudilerden sonra gelen Ermeniler ve Rumlar, yıllar itibarıyla nüfuslarını hızla arttırmışlardır. Osmanlı Devleti, Ermenilerin yoğun terör hareketleri ve diğer olumsuz hareketlerinin sonucu olarak 1915 yılında tehcir kanunu çıkarmak zorunda kalmıştır. Balıkesir’de bulunan Ermeniler bu tehcirin dışında kalmışlardır. Fakat, güvenlik açısından olsa gerek, 27 Ağustos 1915 tarihinde Balıkesir’de yaşayan Ermenilerin kazâ dahilindeki Ermenilerin yaşadığı köy ve kasabalara sevk edilmesi istenilmiştir. 30 Nisan 1916 tarihli Karahisar-ı Sahip Mutasarrıflığına yazılan Nâzır Talat imzalı şifreli telgrafta ise, Balıkesir’de yaşayan Ermenilerin liva dahilindeki münasip köylere dağıtılması istenmektedir. Karahisar-ı Sahip Mutasarrıflığına 3 Mayıs 1916 tarihinde yazılan iki şifreli telgrafta, Balıkesir Ermenilerinin Konya’ya gönderilmesi ve bu Ermenilerin Hınçak komitesiyle alakası bulunduğu için demiryollarından uzak kazalara yerleştirilmeleri gerektiği belirtilmektedir. Bu dağıtımlar gerçekleşmiş olsa bile Ermenilerin Balıkesir’deki nüfusunu pek etkilememiştir. Çünkü, 1920 yılında Roma’da basılmış bir eserde Balıkesir’de, 2.682 Ermeni bulunduğu belirtilmektedir. Balıkesir’e göçmen olarak gelen Ermeniler kısa sürede şehirde mesken sahibi olmaya başlamışlardır. Genellikle Osmanlı şehirlerinde Gayrimüslimler ile Müslimler ayrı mahallede oturmalarına rağmen Balıkesir’de bu durum farklı olmuştur. Ermeniler Martlu, Mirzabey, Eskikuyumcular, Karaoğlan gibi çeşitli mahallelerde kendilerine evler satın alarak buralarda ikamet etmişlerdir. Aynı mahallede oturan Müslüman halkla Ermeniler arasında çok iyi komşuluk ilişkileri tesis edilmiştir. 19. yüzyılda da Ermenilerin Ali Fakih, Karaoğlan, Martlu, Börekçiler, Yenice, Eski Kuyumcular ve Kasaplar mahallesinde Müslümanlarla birlikte yaşamaya devam ettikleri anlaşılmaktadır. Balıkesir’de değişik mesleklerle uğraşan Ermeniler daha ziyade zenaata yönelmişlerdir. Meslek olarak duvar ustalığı, terzilik, ekmekçilik, çerçiliğin yanı sıra yağhane işletmesi ve yağ ticareti de yapmışlardır. Ancak bunun yanında Ermenilerin Müslüman halk ile ortak iş kurdukları, ticaret yaptıkları, ev ve hayvan alımsatımında bulundukları ve birbirlerine borç para verdikleri de çok sayıdaki belgede görülmektedir. 17. yüzyılda Balıkesir’deki Ermeniler arasında münferit de olsa, İslâmiyet’in yayılmakta olduğunu gösteren belgeler mevcuttur. Bir ailenin içinde hem Müslüman hem de Gayrimüslim fertler bulunabiliyordu. Bu durum, aile içi bazı sorunlar meydana getirmekteydi. Mesela, Ermeni Marderos’un tahminen 12-13 yaşındaki oğlu Oruç, Müslüman olmasın diye babasının onu eve bağladığını, fakat kaçıp mahkemeye gelerek, kelime-i şehadet getirip, batıl dinden Muhammed Dini’ne geçtiğini mahkemede şahitler huzurunda tescil ettirmiştir. Bu durum, Gayrimüslimlerin Müslüman olmaları konusunda baskı görmediklerini, tam tersine İslâmiyet’e girmelerinin Hıristiyanlarca engellendiğini, hatta bunun için kendi ailelerinin zulüm bile yaptıklarını göstermektedir. Bilinçli bir şekilde İslâm’ı kabul edenler bulunduğu gibi, sevdiği erkekle evlenmek için veya evlendikten sonra Müslüman olanlar da vardı. Nitekim, Mehmed adlı Müslüman bir gençle evlenen Ermeni Sultan mahkemede şahitler huzurunda İslâm’ı kabul etmiştir.”
Öntuğ’un sunumun ardından Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şadiye Tutsak “ Ermeni Ayaklanmalarının ve İsyanların Sebepleri” adlı sunumu gerçekleştirdi.
Panelin son konuşmacısı ise Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Bahadır Bumin Özarslan Soykırım Yalanının Siyasi ve Hukuki Boyutu” isimi sunumunu anlattı. Özarslan sözde soykırım iddialarının neden bir hukuki dayanağa sahip olamayacağını çarpıcı bilgiler vererek ispatladı. Özarslan açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“Uluslararası hukuk açısından soykırım suçunun dayanağı, 9 Aralık 1948 tarihinde imzalanan ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren “SoykırımSuçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme”dir. Bu tarihten öncegerçekleşen olaylar için hukuken soykırım suçundan bahsetmek ve bu sözleşmehükümlerinin uygulanmasını talep etmek söz konusu olamaz. Dolayısıyla 1915’te Osmanlı Devleti tarafından uygulanantehcir (zorunlu göç) de bu sözleşme kapsamına girmez.
SOYKIRIM SUÇUNUNTARİFİ
Sözleşmede soykırım suçu, 2. maddede tarif edilmiştir.Sözleşmede bahsedilen millî, etnik, dinî ve ırkî grupları kısmen veya toptanyok etmek amacıyla işlenen bu suç, resmî görevliler veya özel kişilerceişlenebilir. Soykırım suçunun gerçekleştiğine karar verme yetkisi, suçunişlendiği yer mahkemesidir. Parlamento kararları, sivil toplum kuruluşlarınınbeyanları, soykırım olduğuna dair kampanyalar neticesinde toplanan imzalar,uluslararası hukuk açısından yok hükmündedir. Herhangi bir hukukî değeriyoktur.
TEHCİR KARARI SOYKIRIM OLARAK ASLA TARİF EDİLEMEZ
Ermenilerin bu konudaki tezi, Osmanlı Devleti vatandaşı olanErmenilerin yok olmasını sağlayacak yaşam şartlarının tehcir esnasındadayatılmasıdır. Tehcir kararının alındığı döneme, şartlara ve tehciruygulamasına bakıldığında, böyle bir niyetin ve amacın olmadığıanlaşılmaktadır. Zira Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Ermenilerintamamı, tehcire tâbi tutulmamıştır. Tehcire tâbi tutulanlar, terörize olmuş ve siyasî faaliyetgösteren Gregoryan Ermenilerdir. Yok etme kastı için gerekli olan öncedenplanlama ve buna yönelik önceden bir hazırlık yapılmamıştır. OsmanlıDevleti’nin 1915 yılı bütçesinde, tehcirle ilgili bir ödenek kalemi yoktur.Tehcir kararı alındıktan sonra, masrafların karşılanması amacıyla ek ödenektahsis edilmiştir.
TEHCİR SAVAŞ ŞARTLARI ALTINDAN ALINMIŞ BİR KARARDIR
Örgütlü ve planlı bir faaliyet değil, savaş şartlarınıngetirdiği acil önlem alma iradesi vardır. Irkçı bir nefretle hareketedilmemiştir. Önce diyalog kurulmuş ve iknaya çalışılmıştır. Bunun neticevermemesi üzerine tehcir kararı alınmıştır. Tehcir sırasında da yaygın vesistematik resmî bir saldırı söz konusu olmamış; tam tersine tehcirkonvoylarının can ve mal güvenliğinin sağlanması, her türlü ihtiyacınıngiderilmesine yönelik pek çok tedbir alınmış ve uygulanmıştır. Osmanlı Devletiarşivinde, bu hususlara yönelik pek çok talimat yer almaktadır.
HANGİ ERMENİLER TEHCİRE TABİ TUTULDU?
Genellikle Gregoryan olanlar ve Birinci Dünya Savaşı sırasındaRuslarla işbirliği yapanlar (kılavuzluk, casusluk ve çetecilik yapanlar; isyançıkaranlar; yağma yapıp sivillere saldıranlar; vatana ihanet edenler ve savaşkurallarının ihlal edenler; kendilerini desteklemeyen Ermenileri öldürenler)tehcir edilmiştir. Katolik ve Protestan olanlar, hastalar, özürlüler, sakatlar,yaşlılar, yetim çocuklar ve dul kadınlar tehcir dışında tutulmuştur. Tehcirdışında kalanlara, Göçmen Ödeneği ile bakılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki görüşmelerde ve imzalananantlaşmalarda, Osmanlı Devleti’nin Ermenilere katliam uyguladığına dair birifade bulunmamaktadır. Ayrıca o dönem yaşayan Ermenilerin yazdığı eserlerde,Ermenilerin saldırgan tutumunun itiraf edildiği ve tehcir kararının birmecburiyetten doğduğunu belirten ifadeler bulunmaktadır.
BATI KANLI GEÇMİŞİNİ SAKLAMAK İÇİN TÜRKLERİ HEDEF TAHTASINA KOYDU
Türklere yönelik soykırım suçlamaları, Batılı-Hristiyanbilincin suçluluk duygusuna dayanmaktadır. İki Dünya Savaşı’nın sorumlusu olanBatı, bu durumu tersine çevirmek için soykırım iddialarını gündemegetirmektedir. “Hitler, soykırımı Türklerden öğrendi.” diyebilmek için böylebir düzenek kurulmuş ve mağduriyet yaratılmak istenmiştir. Aynı zamanda kendisorumluluklarını/kabahatlerini örtmek ve meşru görmek istemektedirler.Dilediklerini mağduriyet avantajından yararlandırmak isteyenler, gücü elindetutanlar ve milyonlarca insanın Dünya Savaşlarında ölümünden sorumluolanlardır.
TÜRKLERE YÖNELİK PSİKOLOJİK OPERASYON: SOYKIRIM İDDİALARI
Soykırım suçlaması, Türkiye’ye karşı yürütülen psikolojikoperasyonun önemli bir unsurudur. Bilindiği üzere psikolojik savaşın amacı,savaşılan milleti/orduyu karşıt güç ve etkili bir engel olmaktan çıkarmak,uyumlu ve bağımlı hale getirmek veya yok etmektir. Burada hedef alınan, omilletin iradesini başka yöntemlerle eritmek, çözmek ve tahrip etmektir. Tehcirmeselesi, her dönemde Türkiye’ye karşı, Türkiye’nin içinde ve dışında, Türkiyemerkezli senaryolarda Türkiye’ye biçilen rollere Türkiye’yi razı etmek üzerekullanılan bir araç durumundadır. Konu, hukukî değil siyasî bir konu hâlinegetirilmiştir. Zaten Ermeniler ve destekçileri de bir süredir “soykırım”sözcüğünü hukukî değil, siyasî manada kullandıklarını belirtmektedirler.
İDDİALARINI İSPAT ETMESİ GEREKENLER ERMENİLERDİR
Hukukta, “İddia eden,iddiasını ispatla yükümlüdür.” ilkesi geçerlidir. Bu sebeple suçsuzluğumuzuispat etme yükümlülüğümüz yoktur. Ermenilerin iddialarını ispat etmesigerekmektedir ama buna yanaşmamaktadırlar. Uluslararası toplumda kamuoyuoluşturarak suçlamaları bize dayatmak istemektedirler. Türk Milleti’ninutanacak veya saklanacak herhangi bir ayıbı yoktur. Başı diktir, alnı ak veaçıktır. Tarih de böyle söylemektedir, bundan sonra da böyle söyleyecektir.” dedi. Panel soru cevap kısmı ile sona erdi.
Ermeni Yalanlarına İnanma paneline; Eğitim İş Uşak Şube Başkanı Ercan Uzun, BARO Başkanı Baki Kantar, MHP İlçe Başkanı Muhterem Kuruçay ve vatandaşlar katıldı. Panelin moderatörlüğünü Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Türkmen Töreli yaptı. Panelde konuşmacılar; Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Murat Öntuğ “Osmanlı’da Ermeni Tebası”, Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şadiye Tutsak “ Ermeni Ayaklanmalarının ve İsyanların Sebepleri” ve son olarak da Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Bahadır Bumin Özarslan Soykırım Yalanının Siyasi ve Hukuki Boyutu” adlı sunumlarını gerçekleştirdiler.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan panelin açılış konuşması BARO Başkanı Baki Kantar yaptı. Kantar şunları dile getirdi: “ Milletin kendi geçmişlerini bilmemesi kadar eksik nakıs kalan bir yara olmaması gerekir diye düşünüyorum. Çünkü geleceğin temini ancak geçmişi bilmekle anlamakla bu yoldan geçeceğini düşünüyoruz. Bu sebeple de özellikle güncelliğini hiç kaybetmemiş olan bu Ermeni yalanlarının karşısında acaba o yıllarda ne oldu, neler yaşandı. Alanlarında uzman olan hocalarımız bu konularla ilgili bize bilgiler vereceklerdir.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
OSMANLI DEVLETİ, TEHCİR KANUNUNU ÇIKARMAK ZORUNDA KALDI!
İlk olarak panelde Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Murat Öntuğ “Osmanlı’da Ermeni Tebası” adlı sunumunu gerçekleştirdi. Öntuğ: “20. yüzyılın hemen başında Rum Cemaati M. 1901 (H.1319) tarihinde 232 hânede 1.28728 ve Ermeni Cemaati M.1902 (H.1320)’te 413 hânede 2.51529 ve M.1911’de (H.1329) 2.59130 nüfusa ulaşmıştır. Burada dikkat çeken 16. ve 17. yüzyılda şehirde bulunan Yahudi nüfusun 19. ve 20. yüzyılın başlarında şehirde artık mevcut olmadıklarıdır. Bununla birlikte şehre Yahudilerden sonra gelen Ermeniler ve Rumlar, yıllar itibarıyla nüfuslarını hızla arttırmışlardır. Osmanlı Devleti, Ermenilerin yoğun terör hareketleri ve diğer olumsuz hareketlerinin sonucu olarak 1915 yılında tehcir kanunu çıkarmak zorunda kalmıştır. Balıkesir’de bulunan Ermeniler bu tehcirin dışında kalmışlardır. Fakat, güvenlik açısından olsa gerek, 27 Ağustos 1915 tarihinde Balıkesir’de yaşayan Ermenilerin kazâ dahilindeki Ermenilerin yaşadığı köy ve kasabalara sevk edilmesi istenilmiştir. 30 Nisan 1916 tarihli Karahisar-ı Sahip Mutasarrıflığına yazılan Nâzır Talat imzalı şifreli telgrafta ise, Balıkesir’de yaşayan Ermenilerin liva dahilindeki münasip köylere dağıtılması istenmektedir. Karahisar-ı Sahip Mutasarrıflığına 3 Mayıs 1916 tarihinde yazılan iki şifreli telgrafta, Balıkesir Ermenilerinin Konya’ya gönderilmesi ve bu Ermenilerin Hınçak komitesiyle alakası bulunduğu için demiryollarından uzak kazalara yerleştirilmeleri gerektiği belirtilmektedir. Bu dağıtımlar gerçekleşmiş olsa bile Ermenilerin Balıkesir’deki nüfusunu pek etkilememiştir. Çünkü, 1920 yılında Roma’da basılmış bir eserde Balıkesir’de, 2.682 Ermeni bulunduğu belirtilmektedir. Balıkesir’e göçmen olarak gelen Ermeniler kısa sürede şehirde mesken sahibi olmaya başlamışlardır. Genellikle Osmanlı şehirlerinde Gayrimüslimler ile Müslimler ayrı mahallede oturmalarına rağmen Balıkesir’de bu durum farklı olmuştur. Ermeniler Martlu, Mirzabey, Eskikuyumcular, Karaoğlan gibi çeşitli mahallelerde kendilerine evler satın alarak buralarda ikamet etmişlerdir. Aynı mahallede oturan Müslüman halkla Ermeniler arasında çok iyi komşuluk ilişkileri tesis edilmiştir. 19. yüzyılda da Ermenilerin Ali Fakih, Karaoğlan, Martlu, Börekçiler, Yenice, Eski Kuyumcular ve Kasaplar mahallesinde Müslümanlarla birlikte yaşamaya devam ettikleri anlaşılmaktadır. Balıkesir’de değişik mesleklerle uğraşan Ermeniler daha ziyade zenaata yönelmişlerdir. Meslek olarak duvar ustalığı, terzilik, ekmekçilik, çerçiliğin yanı sıra yağhane işletmesi ve yağ ticareti de yapmışlardır. Ancak bunun yanında Ermenilerin Müslüman halk ile ortak iş kurdukları, ticaret yaptıkları, ev ve hayvan alımsatımında bulundukları ve birbirlerine borç para verdikleri de çok sayıdaki belgede görülmektedir. 17. yüzyılda Balıkesir’deki Ermeniler arasında münferit de olsa, İslâmiyet’in yayılmakta olduğunu gösteren belgeler mevcuttur. Bir ailenin içinde hem Müslüman hem de Gayrimüslim fertler bulunabiliyordu. Bu durum, aile içi bazı sorunlar meydana getirmekteydi. Mesela, Ermeni Marderos’un tahminen 12-13 yaşındaki oğlu Oruç, Müslüman olmasın diye babasının onu eve bağladığını, fakat kaçıp mahkemeye gelerek, kelime-i şehadet getirip, batıl dinden Muhammed Dini’ne geçtiğini mahkemede şahitler huzurunda tescil ettirmiştir. Bu durum, Gayrimüslimlerin Müslüman olmaları konusunda baskı görmediklerini, tam tersine İslâmiyet’e girmelerinin Hıristiyanlarca engellendiğini, hatta bunun için kendi ailelerinin zulüm bile yaptıklarını göstermektedir. Bilinçli bir şekilde İslâm’ı kabul edenler bulunduğu gibi, sevdiği erkekle evlenmek için veya evlendikten sonra Müslüman olanlar da vardı. Nitekim, Mehmed adlı Müslüman bir gençle evlenen Ermeni Sultan mahkemede şahitler huzurunda İslâm’ı kabul etmiştir.”
Öntuğ’un sunumun ardından Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şadiye Tutsak “ Ermeni Ayaklanmalarının ve İsyanların Sebepleri” adlı sunumu gerçekleştirdi.
Panelin son konuşmacısı ise Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Bahadır Bumin Özarslan Soykırım Yalanının Siyasi ve Hukuki Boyutu” isimi sunumunu anlattı. Özarslan sözde soykırım iddialarının neden bir hukuki dayanağa sahip olamayacağını çarpıcı bilgiler vererek ispatladı. Özarslan açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“Uluslararası hukuk açısından soykırım suçunun dayanağı, 9 Aralık 1948 tarihinde imzalanan ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren “SoykırımSuçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme”dir. Bu tarihten öncegerçekleşen olaylar için hukuken soykırım suçundan bahsetmek ve bu sözleşmehükümlerinin uygulanmasını talep etmek söz konusu olamaz. Dolayısıyla 1915’te Osmanlı Devleti tarafından uygulanantehcir (zorunlu göç) de bu sözleşme kapsamına girmez.
SOYKIRIM SUÇUNUNTARİFİ
Sözleşmede soykırım suçu, 2. maddede tarif edilmiştir.Sözleşmede bahsedilen millî, etnik, dinî ve ırkî grupları kısmen veya toptanyok etmek amacıyla işlenen bu suç, resmî görevliler veya özel kişilerceişlenebilir. Soykırım suçunun gerçekleştiğine karar verme yetkisi, suçunişlendiği yer mahkemesidir. Parlamento kararları, sivil toplum kuruluşlarınınbeyanları, soykırım olduğuna dair kampanyalar neticesinde toplanan imzalar,uluslararası hukuk açısından yok hükmündedir. Herhangi bir hukukî değeriyoktur.
TEHCİR KARARI SOYKIRIM OLARAK ASLA TARİF EDİLEMEZ
Ermenilerin bu konudaki tezi, Osmanlı Devleti vatandaşı olanErmenilerin yok olmasını sağlayacak yaşam şartlarının tehcir esnasındadayatılmasıdır. Tehcir kararının alındığı döneme, şartlara ve tehciruygulamasına bakıldığında, böyle bir niyetin ve amacın olmadığıanlaşılmaktadır. Zira Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Ermenilerintamamı, tehcire tâbi tutulmamıştır. Tehcire tâbi tutulanlar, terörize olmuş ve siyasî faaliyetgösteren Gregoryan Ermenilerdir. Yok etme kastı için gerekli olan öncedenplanlama ve buna yönelik önceden bir hazırlık yapılmamıştır. OsmanlıDevleti’nin 1915 yılı bütçesinde, tehcirle ilgili bir ödenek kalemi yoktur.Tehcir kararı alındıktan sonra, masrafların karşılanması amacıyla ek ödenektahsis edilmiştir.
TEHCİR SAVAŞ ŞARTLARI ALTINDAN ALINMIŞ BİR KARARDIR
Örgütlü ve planlı bir faaliyet değil, savaş şartlarınıngetirdiği acil önlem alma iradesi vardır. Irkçı bir nefretle hareketedilmemiştir. Önce diyalog kurulmuş ve iknaya çalışılmıştır. Bunun neticevermemesi üzerine tehcir kararı alınmıştır. Tehcir sırasında da yaygın vesistematik resmî bir saldırı söz konusu olmamış; tam tersine tehcirkonvoylarının can ve mal güvenliğinin sağlanması, her türlü ihtiyacınıngiderilmesine yönelik pek çok tedbir alınmış ve uygulanmıştır. Osmanlı Devletiarşivinde, bu hususlara yönelik pek çok talimat yer almaktadır.
HANGİ ERMENİLER TEHCİRE TABİ TUTULDU?
Genellikle Gregoryan olanlar ve Birinci Dünya Savaşı sırasındaRuslarla işbirliği yapanlar (kılavuzluk, casusluk ve çetecilik yapanlar; isyançıkaranlar; yağma yapıp sivillere saldıranlar; vatana ihanet edenler ve savaşkurallarının ihlal edenler; kendilerini desteklemeyen Ermenileri öldürenler)tehcir edilmiştir. Katolik ve Protestan olanlar, hastalar, özürlüler, sakatlar,yaşlılar, yetim çocuklar ve dul kadınlar tehcir dışında tutulmuştur. Tehcirdışında kalanlara, Göçmen Ödeneği ile bakılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki görüşmelerde ve imzalananantlaşmalarda, Osmanlı Devleti’nin Ermenilere katliam uyguladığına dair birifade bulunmamaktadır. Ayrıca o dönem yaşayan Ermenilerin yazdığı eserlerde,Ermenilerin saldırgan tutumunun itiraf edildiği ve tehcir kararının birmecburiyetten doğduğunu belirten ifadeler bulunmaktadır.
BATI KANLI GEÇMİŞİNİ SAKLAMAK İÇİN TÜRKLERİ HEDEF TAHTASINA KOYDU
Türklere yönelik soykırım suçlamaları, Batılı-Hristiyanbilincin suçluluk duygusuna dayanmaktadır. İki Dünya Savaşı’nın sorumlusu olanBatı, bu durumu tersine çevirmek için soykırım iddialarını gündemegetirmektedir. “Hitler, soykırımı Türklerden öğrendi.” diyebilmek için böylebir düzenek kurulmuş ve mağduriyet yaratılmak istenmiştir. Aynı zamanda kendisorumluluklarını/kabahatlerini örtmek ve meşru görmek istemektedirler.Dilediklerini mağduriyet avantajından yararlandırmak isteyenler, gücü elindetutanlar ve milyonlarca insanın Dünya Savaşlarında ölümünden sorumluolanlardır.
TÜRKLERE YÖNELİK PSİKOLOJİK OPERASYON: SOYKIRIM İDDİALARI
Soykırım suçlaması, Türkiye’ye karşı yürütülen psikolojikoperasyonun önemli bir unsurudur. Bilindiği üzere psikolojik savaşın amacı,savaşılan milleti/orduyu karşıt güç ve etkili bir engel olmaktan çıkarmak,uyumlu ve bağımlı hale getirmek veya yok etmektir. Burada hedef alınan, omilletin iradesini başka yöntemlerle eritmek, çözmek ve tahrip etmektir. Tehcirmeselesi, her dönemde Türkiye’ye karşı, Türkiye’nin içinde ve dışında, Türkiyemerkezli senaryolarda Türkiye’ye biçilen rollere Türkiye’yi razı etmek üzerekullanılan bir araç durumundadır. Konu, hukukî değil siyasî bir konu hâlinegetirilmiştir. Zaten Ermeniler ve destekçileri de bir süredir “soykırım”sözcüğünü hukukî değil, siyasî manada kullandıklarını belirtmektedirler.
İDDİALARINI İSPAT ETMESİ GEREKENLER ERMENİLERDİR
Hukukta, “İddia eden,iddiasını ispatla yükümlüdür.” ilkesi geçerlidir. Bu sebeple suçsuzluğumuzuispat etme yükümlülüğümüz yoktur. Ermenilerin iddialarını ispat etmesigerekmektedir ama buna yanaşmamaktadırlar. Uluslararası toplumda kamuoyuoluşturarak suçlamaları bize dayatmak istemektedirler. Türk Milleti’ninutanacak veya saklanacak herhangi bir ayıbı yoktur. Başı diktir, alnı ak veaçıktır. Tarih de böyle söylemektedir, bundan sonra da böyle söyleyecektir.” dedi. Panel soru cevap kısmı ile sona erdi.
tebrikler çok güzel bir panel oldu. tehcirin 100. yılında ülkemizde ve dünyada ortaya çıkan durum gayet güzel ifade edildi. panelin düzenlenmesinde emeği geçen türk ocakları uşak şubesi, uşak barosu, atatürk düşünce derneği ve diğer sivil toplum örgütlerine teşekkür ederim.