Çok sonra öğrenildi o köye gelenin Paşa Hazretleri olduğu. Müslümanca insana değer verdi, Müslümanca Milletinin malına toprağına madenine boğazlarına sahip çıktı asla peşkeş çekmeyi düşünmedi. Müslümanca dünyaya sulhu telkin etti, Müslümanca birbirinin hakkını yemeden çalışmayı dünyayı güzelleştirmeyi Milletini Dinini yüceltmeyi salık verdi Milletine. Ne Peygamber Efendimiz'e (sav) nede Ehli Beyt'ine söz söyletmedi.Sahabe kabirlerini yok eden bağnaz Araplar Peygamber Efendimizin kabrini de yok etmeye kalkınca Müslümanca nota verdi. Kendine gel Kral o Mezarın tek taşına dokunursan Ordularımı da alır gelirim diyerek bundan vazgeçmesini sağlamıştı. Müslümanca şehitlerine hürmet etti. Şehit ailelerini müslümanca gözetti korudu kolladı. Devlete bırakmadı pek çoğunu kendisi bizzat gözetti. Zaten maaşını da yetecek şekilde hesaplattırdı hep fazlasını istemezdi. Maaşını da eşi ile dostu ile yerdi. Hiç yemek ısmarlatmak istemezdi. Hep kendi ısmarlamak isterdi ve ısmarladığının parasını özel kalemden değil cebinden öderdi. Müslümanca güreştiği köylüden kimliğini saklayıp yeniliverirdi. Çünkü o Milleti hep sevinsin isterdi. Müslümanca hizmet edenlerini bile kendisine arkadaş edinirdi. Koruma falan nedir bilmezdi.
Müslümanca Allah'a tevekkül ederdi. Müslümanca cömertti ve milleti açken tok yatmazdı. Komşusunu bütün bir millet bilirdi Müslümanca. Müslümanca düşmanına bile mert davrandı, Müslümanca rakıyı içiyorum ama bu günahtır Allah affetsin dedi. Helali haram haramı helal göstermedi.Hiç kilise açmadı, domuzun ülkeye girişini yasak etti. Müslümanca yaşadı Müslümanca öldü. Asla hırsızlıkla yolsuzlukla, yada gayri ahlaki bir hayat yaşamakla eleştirilmedi. Kendisine dinine varıncaya dil uzatanlar bile O'na ne hırsız diyebildi nede ahlaksız anlayacağınız bu konularda kendisine iftira bile edilmedi. Müslümanca İslamı Arap Milliyetçiliğinin propaganda malzemesi olmaktan çıkardı. Müslümanlaşmaya evet ama Araplaşmaya Hayır dedi. Müslümanca çıkıştı Yezit'i Muaviye'yi savunanlara. Müslümanca Ehli beyti ve davasını savundu. Ben kutubum, seyyidim, efendiyim, halifeyim demedi sade bir müslümanım dedi ve sade bir Müslüman gibi yaşadı gitti.
Bilindiği üzere Mekke'nin Fethiyle birlikte, Hz. Ömer'in tabiri ile kılıç müslümanı olan Ebu Sufyan, Muaviye, Yezit halkası Ehli Beyt ailesine her daim düşmanlık etmeyi sürdürmüş, fırsat buldukça zulm ettiği gibi fırsat buldukça da yok etmeye çalışmıştır. Bunun üzerine Arap'lardan kopan Ehli Beyt ailesi Türk'leri kendine seçmiştir ve Türk'leri Kavim kavim İslam edip, dini Türk'lerin eliyle yaşatmışlardır. Türk'lerin Anadolu'ya girişi Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaşi Veli gibi Ehli Beyt aşığı Türk Alim'lerin telkini ile olmuştur. Yine Alparslan'ın Malazgirt Zaferi sırasında en büyük destekçisi ve yardımcıları Ehli Beyt evlatları ve Ehli Beyt sevdalıları idi. Büyük Selçuklu Devletini de Osmanlı Devletinin de mayasını Ehli Beyt çalmıştır.
Atatürk Cumhuriyeti kurma kararını da, görevini de yine Nevşehir'in Hacı Bektaş ilçesinde yaşayan Ehli Beyt sevdalısı Cemalettin Çelebi Hazretlerinin evinde Ehli Beyt sevdalıları ile birlikte aldı. Demem oki Türk'ler İslamla şereflenince Ehli Beyt'in hayatını yaşantısına geçirmeye çalışmış, Ehli Beyti baştacı edegelmiş bir millettir. Bu yüzden Ehli Beyt'in tavsiyesine uyarak asla Türk'lüğünü terketmemiş, asla Araplaşmamış, hep çağına uygun kıyafetler giymiş, dinde aşırılık ve bağnazlıktan kaçınmış, dünyaya her daim barışı kardeşliği telkin etmiş. Hiç kimsenin ırk yada soy olarak üstün olmadığını üstünlüğün ancak takva ile ölçülebileceğini, takvayı da yalnız Allah'ın bilebileceğine inanmış, ne birbirlerine, nede bir olup başka milletlere, haksız olduğu bir konuda asla üstünlük taslamamayı, sevmeyi, birbirimizi seviyorsak bunu söylemeyi geciktirmemeyi, sevdiklerimize sevgi sözcüklerini sık sık tekrar etmeyi, etrafımızdaki insanlara iyilik etmeyi, Allah'ın mülkünde oturup yiyip içtiğimizi unutmayıp inkar etmeyip zaman zaman şükretmeyi, Adaleti yaşamayı ve yaşatmayı, doğruluktan asla şaşmamayı, komşuluk ve akrabalık ilişkilerini daima diri tutmayı, hastalanan yakınımızı muhakkak ziyaret etmeyi, asla aldatmamayı kendine şiar edinmiş necip bir Millet oluşumuz Ehli Beyt'in nasihatlerine uyuşumuzdandır.
Çünkü insanlık bisikleti bulmamış, tencereyi bilmiyorken, üstelik kız çocuklarına diri diri toprağa gömen kabile hayatından az hallice bir hayat yaşayan puta tapabilecek kadar cahil bir topluluğa bunları anlatmış kabul ettirmiş ve Medeniyete verdikleri önem bilinsin diye Medeniyet götürdükleri kente Medine ismini vermişlerdir. Yani bu görüşler Onlardan çok öncedir ama insanlığa yararlı medeniyette çığır açabilecek bütün bu görüş ve kuralları hayatına Ehli Beyt kadar iyi tatbik edip uygulayabilmiş hiç kimse yoktur ve Onlardan sonra da asla Asrı Saadet gibi bir dönem yaşanmamıştır.
Ehli Beyt ile hasetliğinden dolayı mücadeleye girişen Ebu Sufyan ailesi bu düşmanlıklarını Mekke'nin Fethine kadar hiç gizlememiştir. Mekke'nin Fethinden sonra Müslüman olduk diyerek canlarını kurtaran ki Müslüman olduk demeseler Müslümanlar arasında pek çok kişi var o tarihte kardeşinin yada evladının kanının hesabını soracak. Çok kişi var sadece Müslümanca İnsanca yaşamayı seçip, köleliği reddettiği özgürce yaşamayı seçtiği için yurtlarından sürülmelerinin hesabını soracak.Ebu Süfyan ve Muaviye'den. Ama müslüman olduk diyerek tüm bu hesaba çekilmelerden kurtuluyorlar, (Müslüman olduğu anda kişiye öncesinin hesabı yada günahı sorulmuyor o günkü şartlarda) Ama Ehli Beyt'e düşmanlık etmekten asla vazgeçmiyorlar. Nitekim Türk Milletini de zaman zaman aynı zihniyet işgal eder ve Ehli Beyt ile arasındaki bağı kopartır, işte o vakit Türk Devleti gerilemeye başlar zaten çok sürmez göçer.
Osman'lının son dönemlerinde de işte bu Muaviye anlayışı yani Ehli Beyt'i aralarında dahi istemeyen Arabi anlayışı hakim oldu. Millet cahil bırakıldı önce ardından aç ve sefil bırakıldı. Yetmedi Milletin gençlerinin binlercesi saçma sapan savaşlarda şehit düştü. Binlercesi sakat kaldı. Muaviye ve Yezit geleneğinin günümüzdeki yansıması olan Nakşibendi Tarikatı Şeyhlerinin büyü ve hokkabazlıklarını keramet belleyerek Onların tesirinde kalan Padişah'ların yanlış kararları ve tutumları sebebi ile toprak kaybetti, can kaybetti, kültür kaybetti nihayetinde yok olmanın eşiğine kadar getirildi. Çünkü Muaviye zihniyeti Ehli Beyt'i baş tacı etti ve Ehli Beyt İslamını yaşattı diye Türk'e ve Türk'ten olan her şeye düşmandı. Ne vakit sinsice ve hile ile Millet iradesinin toplandığı merkezlere hükmetseler, Millet aleyhinde kararlar aldırtırlar ve her seferinde ihanetleri ortaya çıktığında ortadan kaybolurlar.
Her neyse tam böyle bir ortamda Ehli Beyt aşıkları Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün şahsında Milletin davasına sahip çıktı. Milletten aldığı omuzla beraber yurdu önce işgal güçlerinin elinden ardından da güzelim dinimizin içini bidatlerle, saçmasapan şekilciliklerle, hristiyan ve budizm özentisi bir takım rituellerle vede bağnazlıkla dolduran yobazların elinden dinimizi kurtaran Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca kendi ülkesindeki savaşı durdurmamış, diğer dünya devletlerini de kendi aralarında sulha mecbur bırakmış ve dünyada sulhu egemen kılmaya çalışmıştır. Yani demem oki Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yolu Ehli Beyt'in yoludur. Kaldı ki Atatürk bunu hiç gizlememiştir. Belki şimdiki politikacılar gibi namaz kılarken resim çektirmemiştir ama sorulduğunda hiç çekinmeden Müslüman olduğunu ve Ehli Beyt sevdalısı olduğunu dile getirmiştir.
İşte Mustafa Kemal Atatürk'ün Muaviye ve Hz. Ali arasında cereyan eden olaylarla ilgili sözleri:
(Muaviye'yi hilekar sözünün eri olmayan bir saltanat meraklısı olarak tanımlarken Hz. Ali Efendimizin temizliğine masumiyetine ve büyüklüğüne dikkat çekiyor.)
Hz. Ali ile Muaviye arasında yapılan Hakem antlaşmasına Muaviye’nin itiraz ettiğini ifade eden Atatürk, Muaviye’nin hakemden, antlaşmada kullanılan “Emirü’l–Müminin” tabirinin kaldırılmasını istediğini; Hz. Ali’nin yalnız emrinde bulunanların emiri olabileceğini, bunun için kesinlikle Şam ahalisinin emiri olmadığını ileri sürdüğünü belirtmiştir. (a.g.e. s. 287–289).
“Görevi İslam dünyasında Kur’an hükümlerinin uygulanmasını sağlamaktan ibaret olan Hz. Ali, mızraklarına Kur’an sayfaları geçirilmiş Muaviye ordusunun karşısında muharebeyi kesmeye mecbur oldu. Zorunlu olarak taraflar hakemlerin vereceği karara uymaya söz verdi.”
Efendiler! Gerçek âlimler ile dine eziyet eden âlimlerin birbirlerine karıştırılması emeviler zamanında başlamıştır. Peygamberimizin dünyadan göçmesinden sonra onun ışığıyla selamet bulan ve doğru yola giden, gerçek pâklık, kalpten hürmet ve yüce bir saygı vardı. Vaktaki muaviye ile hazreti âli karşı karşıya geldiler, sıffin Savaşı’nda muaviye'nin askerleri kur'an'ı kerim'i mızraklarına diktiler ve hazreti âli’nin ordusunda bu suretle tereddüt ve zayıflık meydana getirdiler. İşte o zaman dine ikiyüzlülük ve islamlar arasına ayrılık girdi ve o zaman hak olan Kur’ann haksızlığa kabule vasıta yapıldı. En zorbalıkla hâkimlik taslayanlardan olan muaviye nasıl bir hile neticesinde halife sıfatı takındığını da biliyorsunuz. Ondan sonra bütün halkı kendine köle ettiren hükümdarlar hep dini alet edindiler. Aşırı hırslarını, keyfi idarelerini kabul ettirmek için kıymet ve itibarlarını artırmak için hep sahte din âlimlerine başvurmuşlardır.
Gerçek âlimler, dini bütün âlimler bu yobaz düşüncelere kulluk etmediler. Onların emirlerini dinlemediler, onlardan korkmadılar. Bu âlimler kamçılar altında dövüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Lâkin onlar yine hükümdarların keyfine dini âlet yapmadılar. Muaviye devrinden sonrada saltanat tahtına oturan, kendilerine halife namı veren, zulüm eden hükümdarlar; hoca kıyafetli para ve zevk düşkünü olanlara iltifat edip onları korudular. Üçbuçuk, dört sene evveline kadar, berhayat olan Osmanlı hükümdarları da aynı şeyleri yapmışlar, aynı hüd'alardan istifade etmişlerdi. Son Osmanlı hükümdarı Vahdettin’in harekâtı gözünüzün önündedir. Onun emriyledir ki, bile bile ölüme götürülen milleti kurtarmak isteyenler asi ilan edildi. Onun emriyle millet ve vatanı kurtarmak için kan döken aziz ordumuzun şehvetler sürüsü olduğuna dair fetvalar veren âlim kıyafetli kimseler çıktı. Onlar bu fetvaları yunan tayyarecileri ile ordumuzun içine atıyorlardı.
Âlimler içinde böyle hainleri koruma, çirkin hareketlerini din temeli sayma, din kılığında ve şeriat sözleri ile milleti gölgelendirmek, uzaklaştırmak eden âlimlerin - onlar için bu tabiri kullanmak istemem - böyle çirkinliğe alet olan insanların yüzündendir ki, dört halifeden sonra din sürekli siyasete alet, menfaatlere vasıta, keyfiyete göre zalimlik yapıldı. Bu hal Osmanlı tarihinde böyleydi. Abbasi ve emeviler zamanında böyle idi. Fakat şurayı görüşlerinize sunarım ki; böyle adi, sefil hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onları dini alet yapmayı tenezzül eden sahte ve imansız âlimler tarihte daima rezil olmuşlar. Daima cezalarını görmüşlerdir. Abbasilerin sonuncusunu biliyorsunuz ki; bir Türk (Eba Müslüm) tarafından parçalanmıştı. Artık milletin ne böyle hükümdarlar, ne öyle âlimler görmeye tahammülü kalmamıştır.
o zaman sormazlar mı m ezanı neden türkçe yaptı, kuran türkçe için emir verdi (başaramadı) tekke ve zaviyeleri neden kapattı müslüman birisi hilafeti̇ neden kaldırdı. vs vs vs